14 Aralık 2014 Pazar

ARKADAŞ DEMEK...



Arkadaş seçimi önemlidir. Ancak ne var ki arkadaş seçimi kadar zor bir şey yoktur. İnsanlar arkadaşlarının kendileriyle aynı şeyleri sevmesini, aynı şeylerden nefret etmesini isterler. Ancak herşey bununla bitmez ki. Bence arkadaş demek, hep birbirlerinin arkasında olmak demektir. Hiç bir zaman, ne olursa olsun yüz çevirmemek demektir. Ufacık şeyler yüzünden aranızın bozulmamasıdır mesela. Arkadaş dediğin, yaptığın küçük yanlışları dahi yüzüne söylemelidir ama bu yanlışlar yüzünden sana küsmemelidir. Arkadaş dediğin, ağladığın zaman yanında olmalıdır. Arkadaş dediğin, düşünce sana güler ama seni asla yerde bırakmaz. Arkadaş demek, sırdaş demektir, dost demektir, kardeş demektir. Ama böyle bir arkadaş bulmak zordur. Tabii ki dört dörtlük bir arkadaş aramak yanlış. Arkadaş seçiminde önemli olan kendinize yakın hissettiğiniz biri olmasıdır, Mesela yanında istediğiniz gibi saçmalayabileceğiniz, ya da sırlarınızı hiç düşünmeden anlatabileceğiniz biri. Böyle bir arkadaşa ya da böyle arkadaşlara sahip olanlar ne kadar şanslı olduklarını bir daha düşünsünler bence. Eğer gerçek bir dosta sahipseniz, onu asla bırakmayın. Hep arkadaşın yapması gerekenleri söyledik. Ama biliyorsunuz ki bunların hepsi sizin içinde geçerli. Dostluk, gerçekten anlatılmaz bir şey. Ne mutlu bu anlatılmaz şeye sahip olanlara! 
12 Aralık 2014 Cuma

NO PAIN NO GAIN

“No pain, no gain.” diye bir söz vardır İngilizcede. Anlamı çile yoksa kazanç ta yoktur gibimsi bir şey. Açıkçası bunun çok doğru bir söz olduğunu hepimiz biliyoruz. Aslında bu sözün anlatmak istediği şeyi tek bir cümleyle özetleyebiliriz. “Başarı tepesine çiçekli yollardan gidilmez.”. Başarmak istiyorsak önümüze çıkacak olan engellerin riskini alarak yola çıkmalıyız. Ve ne olursa olsun engellerden yılmamalıyız. Çünkü aslında engeller bizi yıldırmak için değil, daha da hırslandırmak için vardır. En baştaki sözümüze dönelim şimdi. Bu sözün Türkçe karşılığı “Zahmet olmazsa rahmet olmaz.” Olurdu heralde. :D  Bu deyiş her insan geçerlidir bir bakıma. Yukarıda başarmak filan dedik ama, işte ne biliyim hayatta bir amacı olmayan, bir şeyi başarmaya çalışmayan insanlar bu sözün onların üzerinde etkisinin olmadığını sanmasın. Bir kere hayatta bir amacı olmayan insan olmamalıdır. Şu an düşünün. Ve eğer amacınız olmadığı kanısına varırsanız hemen kendinize bir amaç bulun. Çünkü amaçsız yaşayan insanların mutlu olduğu kimse tarafından görülmemiştir. Amacınızı buldunuz mu? Tamam, şimdi de bu amacı yerine getirmek için yapabileceklerinizi düşünün. Diyelim ki sınava gireceksiniz ve amacınız da bu sınavdan geçmek. Bu amacı gerçekleştirebilmenin birçok değişik yolu vardır değil mi? Öncelikle herkesin bildiği bir yöntem: çalışmak. Bundan başka kopya çekmek, çalışıyorum diye kendini inandırıp aslında çalışmamak, büyüklerin duasını istemek gibi değişik ve bazıları saçma olan yöntemler de olabilir. Dua isteyebilirsiniz evet ama bu sizin çalışmanıza gerek kalmadığını göstermez. Bu sınavdan geçmekte size en faydalı olacak olan çalışmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz. Belki kopya çekerek de yırtabilirsiniz. Ancak bu sadece bir kere olur. Sınavı geçmek için çalışarak biraz zahmet çekmelisiniz. Bir kere şansınız yaver gidebilir. Ama bu, her zaman böyle olacağını göstermez. Bir şeyler yapmak, bir şeyleri başarmak istiyorsanız siz de herkes gibi uğraşmalısınız. İnsanın amacı uğruna zahmet çekmesi kötü bir şey değil. Zor da değil. İnsan amaçları için bazı bedeller ödemeyi bilmeli. Çünkü başarı yolunda elleriniz cepte ilerleyemezsiniz.
6 Aralık 2014 Cumartesi

MUTLU İNSANLAR NEDEN MUTLU?

Mutlu olmak deyince aklınıza ne geliyor? Para, sevgi, arkadaşlık? Evet, hadi hepimiz itiraf edelim. Paranın mutluluk getirmeyeceğini bildiğimiz halde, daha çok şeye sahip olursak daha mutlu olabileceğimizi düşünüyoruz. Daha fazla şeye sahip olduğumuzda bile, yine bir şeyler istiyoruz. Oysa çoğa sahip olan değil, sahip olduklarının kıymetini bilen zengindir. Önemli olan elindekilerle de mutlu olabilmendir. Ispanak yiyen de doyar, köfte yiyen de. Evet haklısınız burda köftenin bir ayrıcalığı var. Evet haklısınız köftenin tadı daha güzel. Ancak şöyle bir durum da var. Yiyorsunuz ve bitiyor. 2 dakikalık bir tat insana mutluluk veremez ki. Sonuçta yemeği yememizdeki amaç doymak. Neyse konuyu dağıtmayalım en iyisi :D
Yani demek istediğim mutlu olmak o kadar da zor olmamalı. İnsanlar mutluluğu parada pulda aramamalı. Hatta bence bu dünyada mutlu olmak için yeterince vaktimiz olmayabiliyor. Mutluluğumuzu sonsuz hayata saklamak daha mantıklı olmaz mı? Tabi orda mutlu olmak için de çalışmalıyız. Bu dünyada mutsuz mutsuz, somurtarak dolaşın demiyorum tabi ki. Bu dünyada da mutlu olmalıyız. Ve eğer mutlu olmak istiyorsak küçük şeylerle mutlu olabilmeyi öğrenmeliyiz. Başımıza gelen kötü olayları tekrar tekrar düşünüp üzülmektense, bu olaylardan ders almalıyız. Geçmişe takılı kalmamalıyız. Elimizdekilerle mutlu olmayı öğrenmeliyiz çünkü mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını en iyi şekilde değerlendirebilenlerdir.
23 Kasım 2014 Pazar

İNSANIN VAZGEÇİLMEZİ: PAYLAŞMAK

Paylaşıldıkça çoğalır sevgiler, sevinçler, hayaller, bilgiler... Paylaşıldıkça azalır üzüntüler, kırgınlıklar, kızgınlıklar... İnsanın vazgeçilmezidir paylaşmak. Paylaşmayan insan yoktur, olmamalıdır da. Asosyal dediğimiz insanlar bile internette, sosyal paylaşım sitelerinde bir sürü şey paylaşırlar. Paylaşmak için sosyal olmaya gerek yoktur. Her insan paylaşır. İş yerinde çalışan bir iş adamı da, bir öğretmen de, bir doktor da, bir öğrenci de, bir ev hanımı da, küçük bir çocuk da, yaşlı bir teyze de, evsiz bir adam da... Hatta hayvanlarla da paylaşabiliriz değil mi? Siz hiç simidinizi bir martıyla paylaşmadınız mı? Elinizdeki ekmekten bir parça koparıp bir kediye vermediniz mi? Ya da evcil hayvanınız varsa, eminim onunla en az bir kere dertleşmişsinizdir. Onun sizi anlayamayacağını bilmenize rağmen onunla konuştunuz değil mi? Paylaşma eylemi sadece iki insanın arasında gerçekleşmek zorunda değildir. İnsan diğer varlıklarla da bir şeyler paylaşabilir. Aklınıza gelebilecek her çeşit insan, ne iş yaparsa yapsın, nerede yaşarsa yaşasın, nasıl biri olursa olsun, paylaşmaktan geri kalamaz. 
İnsan, paylaşmazsa zevk alamaz hayattan.Düşünün bir. Siz güzel bir haber aldığınızda bunu kendinize mi saklıyorsunuz, yoksa hemen sevdiklerinizle mi paylaşıyorsunuz? Evet, hemen paylaşıyorsunuz. Çünkü paylaşılmayan sevinçlerin bir anlamı kalmıyor. üzüntünüzü paylaştığınızda bir arkadaşınızla, ailenizle ya da herhangi biriyle, azalmıyor mu canınızın sıkkınlığı? Dertleşmek deriz ya. Ondan işte. Rahatlatır insanı bir yandan da. Paylaşınca azalır bütün yükler. İnsan, başına gelen onca olayı, olaylara bağlı olarak hissedilen duyguları,hayallerini, düşüncelerini tek başına kaldıramaz, paylaşmalıdır. Paylaşmalıdır ki yükü azalsın, hem kolayca yoluna devam edebilsin, hem de yanında arkadaşları bulunsun.
9 Kasım 2014 Pazar

İNSAN


İnsanı tanımlayabilir misiniz? Kolları, bacakları, gövdesi, ağzı, burnu gibi organlara sahip olan bir canlı mıdır insan sadece? Eğer sizin aklınıza bu geliyorsa, hayvanlara neden insan demiyoruz? Bence insanı tanımlamak çok zor. İnsan öyle bir varlık ki, koskoca bir dünyanın yapamadığını insan yapabiliyor: düşünebiliyor, hayal kurabiliyor, öğrenebiliyor... Yani bence insan, ruhuyla insan. Elbette insan vücudu mükemmel bir şekilde yaratılmış. Ama ruh, hepsini tamamlayan, insanı insan yapan şeydir. Ruh, bizim için oldukça önemlidir. Düşünürseniz, siz de anlayabilirsiniz. İşte bu yüzden günümüzde yapılan en büyük hataya düşmemeliyiz. Vücuduna bakım yapmaktan ruhuna bakmaya vakti kalmıyor insanların. Oysa bir insan için önemli olan ruh dememiş miydik? Vücut dediğimiz şey, bakım yapmakla güzel görünmüyor. Siz ne yaparsanız yapın bedeninizin elli yaşında kırışmasını önleyemezsiniz. Öldüğünüzde bedeninizi de yanınızda götürmesiniz. O zaman vücut yerine ruha bakım yapmak daha mantıklı değil midir?
Ruhun bakımı ancak imana kavuşmakla olur. İmanla buluşmamış bir ruh, ne yapılırsa yapılsın hep biraz sıkkındır. Bediüzzaman da demiş: "İman insanı insan eder belki insanı sultan eder. Öyle ise insanın vazife-i asliyesi iman ve duadır." Bu dünyadaki asıl görevimiz iyi bir meslek sahibi olup para kazanmak filan değil. Asıl görevimiz İMAN ve DUA. Asıl görevimiz ALLAH`IN RIZASINI KAZANMAK. Çünkü ancak böyle mutlu olabiliriz. Ruhumuz ancak böyle kurtuluşa erer.
2 Kasım 2014 Pazar

GERÇEK MUTLULUK

İnsanlar ne istediklerini bilmiyor. Ne istediklerini, nasıl istediklerini ve asıl neden istediklerini bilmiyorlar. Evet, çoğu isteğimizin bize göre bazı sebepleri var. Ancak bu sebeplerle sadece kendimizi kandırıyoruz. Bir araba, bir ev, bir iş, para, tonlarca kıyafet, arkadaş, eş... Bunları ne için istiyoruz hiç düşündünüz mü? Mutlu olmak için mi? 
Eğer gerçekten mutlu olmak istiyorsanız mutluluğu bu gibi şeylerde aramayın. Evet elinizde olmayan şeyler, siz hiç sahip olmadığınız için sizin gözünüzde bir hayli değerli. Ama bir araba sizi mutlu edemez. Para sizi mutlu edemez. Belki arkadaş yaşam sevincinizi arttırabilir. Fakat asıl mutluluk nedir biliyor musunuz? Tüm kalbinizle Allah'a teslim olmak. Bundan daha güzel ne olabilir ki? Bütün kainatın sahibine, Yaradan'a bağlanmak... İnsan düşününce anlayamıyor gerçekten. Diyorsunuz mesela "Ya kardeşim ne mutluluğu olacakmış" gibisinden. Ama öyle bir mutluluk oluyor ki. Hayatta gerçek bir amacınız oluyor. Sizin hayattaki asıl amacınız ne? Meslek sahibi olmak mı? Ortalama 60-70 senelik ömrünüzde meslek sahibi olmak için okuyacaksınız, iyi bir işiniz olacak, evleneceksiniz, yaşlanacaksınız ve sonra her insanın olduğu gibi siz de bir gün dünyadan silineceksiniz. Peki sonra ne olacak? Sonrası için hiç yatırım yaptınız mı? 60-70 senelik bir ömür için çok çalıştınız, çabaladınız. Peki ya sonsuz hayatınız için bir şey yaptınız mı? 
Günümüzdeki en büyük sorunlardan biri de insanların inandığı gibi yaşamıyor olması bence. Adam ben ahiret hayatına inanıyorum diyor, ama işi gücü eğlence. Sonsuz hayatı için kılını bile kıpırdatmıyor. Gerçekten inanmak mıdır bu? İnsanın içinde var aslında. İnsan bu çünkü, bir şeye inanmalı. Ve önemli olan doğru şeye inanmalı. İnandığı gibi de yaşamalı. Evet belki zor, belki şuan dünya daha çekici ve güzel. Ama emin olun bu dünyanın güzelliği sahte. Mutluğu yanlış yerlerde aramayın. Mutluluk size çok yakın. 
25 Ekim 2014 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK

Özgürlük insanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Özgürlüğe sahip olmayan bir insan, hayatından zevk alamaz. Hatta bir nevi ölü gibidir. İstediği şeyleri yapamadığından yaşamak bile ona zevk vermez. Bunu sömürge ülkelerdeki insanlardan anlayabiliriz. Zorla çalıştırılırlar, zorla istemedikleri şeyleri yapmak zorunda kalırlar. Özgür olmak, her yönden özgür olmak demektir. İnsan yapmak istediği şeylere kendi karar verebilmeli, istediği şeyi özgürce düşünebilmeli, hayal edebilmelidir. Tabi bu paragraftan insanın sonsuz derecede özgür olması gerektiği gibi bir sonuç ortaya çıkabilir. Ancak "İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır.". Her insanın özgürlük anlayışı farklıdır aslında. Biri istediği her şeyi yapmak ister, bazıları yapabildiklerinin yeterli olduğunu söyler. Fakat bildiğiniz üzere her insanın özgürlüğü diğer insanın özgürlüğünün başladığı yerde biter. İnsanı kısıtlayan kurallar olması insan hayatını kötü etkiliyormuş gibi görünürken, aslında bu kuralların bizim için, toplum için faydaları vardır. Bugünkü okullarda, iş yerlerinde olduğu gibi kuralların olması gereklidir ve insanların bunlara uymalarına önem verilmelidir. Toplumsal açıdan da düşünürsek bizim milletimize özgü bazı görgü kuralları vardır. Bu kurallara uymak insanlarımız için önemlidir. Siz de bilirsiniz. Yaşlı bir dede veya nine görgüsüzce bir hareket, davranış görse hemen yadırgar, yakınır. 
Konuyu çok ta dağıtmamak gerek şimdi. :D Demek istediğim, özgür olmak her insanın isteyeceği bir şeydir. Ancak emin olun, dünyada herkes istediği her şeyi yapabilecek bir derecede özgür olsaydı burada yaşanmazdı.
10 Ekim 2014 Cuma

UMUDUNUZU KAYBETMEYİN


Her zaman umut vardır. Asla ve asla "Hiç umut yok." demeyin. Çünkü siz gelecekte ne olacağını bilemezsiniz. Evet hiçbir insanın ileride ne olacağını bilebilme gibi bir kabiliyeti yok. Bu yüzden umudumuzu kaybettiğimiz, üzüldüğümüz, pes ettiğimiz, "Kesin kaybettim!" dediğimiz zamanlar, sadece kendi kafamızdan uydurduğumuz düşünceler ve tahminlerden ibarettir. Başarmak kolay bir şey değildir. Ancak siz umudunuzu kaybetmediğiniz sürece başarma şansınız hala var demektir.Umudunuzu kaybederseniz, elinizi her şeyden çekmiş olursunuz ve artık bir umudunuz, amacınız kalmadığından ne yapsanız boşa gider. Umudunuz kalmadığından, her şeyi isteksiz yaparsınız zaten. İsteksiz olduktan sonra da, yaptığınız işten verim elde etmek çok ta mantıklı değildir. Evet, umudunuzu kaybetmek başarı yolunda sizi büyük hayal kırıklıklarıyla karşı karşıya bırakabilir. Ancak umut sadece başarıyla alakalı da değil. Beklediğiniz bir haber olabilir mesela. O haberin iyi ya da kötü olacağı belli değildir ve siz meraktan delirirsiniz. Çevrenizdeki insanlar sizin kötü düşünmenize sebep olabilir. Oysa ki sizin için yararlı olacak bir şey varsa o da olumlu düşünmek ve umudu kaybetmemek olur. Olumlu düşünürseniz olumlu sonuçlar alırsınız. Ki bunu yapmak o kadar da zor değil. Aklınıza elbette kötü düşünceler gelebilir ancak işin önemi de buradadır. Kötü düşünceleri umursamayıp olumlu düşünmek, hep umutla bakmak. Hiç bir zaman umudunuzu kaybetmemeniz dileğiyle...
7 Ekim 2014 Salı

NİYETİ ALLAH RIZASI OLANIN GAYRETİ BOŞA GİTMEZ

Bir Kurban Bayramı daha geldi geçti. Akrabalar ziyaret edildi, kurbanlar kesildi, çocuklara şeker ve harçlıklar verildi, kaçan inekler kaçtı, yakalananlar yakalandı... Ama insanlar hala aynı. Herkes Allah rızası için kurban kesti, etlerin bir bölümünü dağıttı. Ancak biz farzlar gibi sadece yapılması gereken şeyleri mi Allah rızası için yapmalıyız? Elbette hayır! Yaptığımız her işi, her bir şeyi Allah'ın rızasını kazanmak için yapmalıyız. Çalışmak mesela. Eğer bir doktorsanız, Allah rızası için hastalara yardım etmelisiniz. Sadece para için değil. Eğer bir öğretmenseniz, Allah rızası için çocuklara bir şeyler öğretmelisiniz. Eğer bir bakkalsanız Allah rızası için bir şeyler satmalısınız. Bunlar çok fazla. Üstelik sadece meslekler için geçerli değil bu durum. O'nun rızasını kazanmak, bizim bu dünyadaki en büyük görevimiz. Bu yüzden elimizden geldiğince yaptığımız işlerin sebeplerinin arasında "Allah rızasını kazanma" nın da olmasına önem vermeliyiz. Ne olursanız olun. Öğrenci, mühendis, tüccar, iş adamı, berber, fırıncı, çöpçü, işsiz... Çünkü önemli olan ne olduğunuz değil nasıl biri olduğunuzdur. Siz yaptıklarınızı Allah için yaparsanız, yaptıklarınız hayırlı olur. 
4 Ekim 2014 Cumartesi

ESKİDEN BÖYLE MİYDİ?


Türk insanının bilinçlendirilmesi gerek. Eskiden böyle miydi Osmanlı'da? Gerçekten ama gerçekten çok önemli, övünebileceğimiz bir tarihimiz var: OSMANLI. Şu anki Türkiye ile Osmanlı arasında oldukça fark var demek yanlış olmaz sanırım. Geçen gün otobüsteyim, trafik var. Bir adam arabaların durduğu sırada arabasının kapısını açıyor ve yola çöp atıyor. Yani bu kadar temiz olmamak ayıp değil mi? Osmanlı sokakları tertemizdi oysa ki. "Nerden biliyorsun kardeşim, gördün mü sanki?" diyecek olursanız da, bunun çokça kanıtları var. Yabancı insanlar bile, Türklerin temizliğine hayran kalmışlardır. "Türkler dünyanın en temiz insanlarıdır." demiş mesela Belon. Tabi şimdikiler de Türk ancak dünyanın en temiz insanları olup olmadığımızdan endişeliyim. Osmanlı'nın nasıl bu kadar temiz ve övülen bir topluluk olduğunu düşündünüz mü hiç? Çünkü Türkler o zamanda dinlerine çok bağlıydılar. Hayatlarının her köşesinde İslam'ı yaşamaya çalışmışlardı. Temizliğin dinimizde çok önemli bir yere sahip olduğunu biliyorsunuzdur zaten. Peki neden eskisi kadar temiz değiliz? Cevabını çok iyi biliyor olmalıyız bence. Dinimizi yeterince yaşamıyoruz.Evet, malesef bu doğru. Müslümanlar İslam dinine eskisi kadar bağlı değiller. Şuan ülkemizde her türlü hırsızlık, yalancılık, ihanet, dolandırıcılık gibi şeyler var. Oysa Osmanlı'da bir yere altın torbası asılsa aylarca dokunan olmazmış. Dilencilik yokmuş çünkü zenginler cömertmiş. Şimdi öyle mi ama? Adamın ihtiyacı yoksa bile para buldu mu alır hemen. Adamlar hırsızlık yapıyor yahu! Yabancı bir ülkeden biri gelse, dini İslam olmadığı halde bizden daha temiz, daha doğru sözlü olur. Utanmalıyız bence halimizden. Müslüman mıyız diye soruyorum size. Eğer Müslümansanız, Müslüman gibi yaşamalısınız. Temizliğe önem veren, doğru sözlü, sorumluluk sahibi, hayvansever, yardımsever, cömert bir Müslüman gibi olmalıyız hepimiz. Çünkü Müslüman olmak bunları gerektirir.
28 Eylül 2014 Pazar

KİMİM BEN?

Kendini sevmeli insan. "Kendini" diyorum bakın. İnsanın kendini sevmesi için kim olduğunu bilmesi gerekir önce. Siz kendinizi biliyor musunuz? Nasıl biri olduğunuzu, kim olduğunuzu? Kendini bilmek bana hem çok zor hem de çok kolay gibi görünen bir şey. "İnsanın kendini tanıması ne kadar zor olabilir ki?" diyebilirsiniz. O kadar da kolay değil. İnsanın kendini bilmesini kolaylaştıracak en önemli şey insanın "kendi" olmasıdır. Yani insan içindekileri dışına yansıtabiliyorsa bu çok iyi bir şeydir. Olduğunuz gibi görünmek hiç bir zaman sizi korkutmasın. Diğer insanların düşünecekleri, söyleyecekleri şeyler sizi ilgilendirmez. Çünkü onlar "diğer" insanlar. Siz kendiniz için yaşıyorsunuz. Onlar için değil! İnsanların sizi farklı görmesi, hakkınızdaki kötü düşünceleri sizi öyle biri yapmaz. Siz kendinizi biliyorsanız, başka bir önemi yok. Dediğim gibi, kendiniz için yaşayın. Diğer insanlar için kendinizi değiştirmeye çalışmayın. Çünkü olduğunuz halinizi değiştirerek insanlara görünmeniz, hem kendinizi hem de insanları kandırmak olur. Kim kendini kandırmak ister ki? Kendinizi tanıyın, ve kendinizi olduğunuz halinizle sevin. Başkaları için yanlış olduğunu bildiğiniz ama insanların güzel gördüğü şeyleri yapmayın.

İnsanın kendini tanıması konusu çok geniş çaplı bir konu aslında. Yunus Emre `nin bir sözü vardır bilirsiniz: "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir...". İnsanın kendini bilmesi ilimdir demek ki. Bir yönden de insanın kendini bilmesi, tanıması demek bu dünyadaki amacını bilmesi demektir. Yaratılış gayesi nedir insanın mesela? İnsanlar başıboş bir şekilde eğlenmek, yiyip içmek için mi yaratılmış? Elbette hayır. Kainatta her şeyin olduğu gibi insanın da görevleri vardır. Bu kadar nimet şükürsüz bırakılmamalıdır. Görevlerinin bilincinde olup, asıl hayatı için hazırlık yapmalıdır insan. Kendini tanımak oldukça önemlidir bu noktada. Kendini tanıyan insan, yaratıcısını da tanır. Bir fabrika gibi çalışan vücudumuza bakın. Bizim hiç bir şeyden haberimiz yokken içimizdeki organlar deli gibi çalışıyor. Hatta şöyle demeliyim: çalıştırılıyor. Biz kendimiz çalıştırmıyoruz, akılsız bir organın da kendi kendine çalışacak hali yok. Öyleyse elbette bütün bunları kontrol eden, çalıştıran biri var. Kulağımız, burnumuz, dilimiz... Hepsi etten. Ama hepsinin görevleri farklı. Burnumuza "Haydi, kokuları almak senin görevin." diyen biz miydik? Evet dostlarım, konu uzadıkça uzuyor, sonsuza uzanıyor. Kendimizi tanımamız gerek. Olduğumuz halimizi sevmemiz ve diğer insanların görüşlerini umursamamız gerek. Sonsuz bir hayatımızın olduğunu ve buna hazırlık yapmamız gerektiğini unutmamamız gerek. Kendimizi unutmamamız gerek. Çünkü kendimizi unutursak Rabbimizi de unuturuz, gaflet içinde kalırız. 
27 Eylül 2014 Cumartesi

SPOR










Günümüzde insanlar öyle bir hale gelmiş ki adam koltuktan kalkıp kumandayı almaya bile üşeniyor. Ben de öyleyim. Günümüzdeki insanların çoğu böyle. Peki bu hareketsizlik sorununa bir çözüm yok mu? Var tabii. Her sorunun bir çözümü vardır. Eğer siz gün boyunca bir yerlerde oturuyorsanız, sürekli televizyon seyrediyorsanız, gününüzü bilgisayar başında geçiriyorsanız hareketsiz kalıyorsunuz demektir ki bunun iyi bir şey olmadığını siz de biliyorsunuz. Bu hareketsiz kaldığınız zamanları telafi edebilmek için spor yapmak çok faydalı olabilir. Hem vücudunuz için hem de ruhunuz için faydalıdır spor. Spor yapmanın birçok faydası da vardır ayrıca. Stresi azaltır, kemik erimesi riskini düşürür, kas kaybını engeller, sindirimi kolaylaştırır, kanser ve kalp hastalıkları riskini azaltır. Hatta Amerika Alzheimer Birliği’ne göre fiziksel aktivite zihinsel bozuklukların önüne geçiyormuş. Spor dediğimiz şey çok çeşitli aslında. Yüzme, koşma, futbol, basketbol, voleybol, plates... O kadar çok spor var ki. Size uygun olan birini düzenli olarak yaptığınızda faydası olacaktır. Gördüğünüz gibi spor yapmanın faydaları gerçekten çok. Sağlıklı kalmak için de önemli. Yani bu yazının özet cümlesi "Spor yapın sağlıklı kalın!" olurdu herhalde.
20 Eylül 2014 Cumartesi

HAYATINIZIN KAPTANI SİZ OLUN


                                      
İnsanlar sürekli çevrelerinde yeni şeyler görürler. Bazen de bunlara sahip olmak isterler. Kendilerinde olmayan şeyleri kıskanırlar. Tabi bunu genel olarak söylüyorum. Oysa insan kendisi için yaşamalıdır sadece. Diğer insanların ne yaptığı, ne giydiği, nasıl davrandığı ilgilendirmemelidir insanı. Diyorum ya işte, kendisi karar vermelidir insan bütün bunlara. Ne yediğine, ne içtiğine, nasıl giyinmesi gerektiğine, davranışlarına... Başkalarından kopya çekmemeliyiz. Kendi hayatımıza kendimiz yön vermeliyiz. Düşünün mesela. Gemide sadece bir kaptan vardır ve gemiyi yöneten odur. Eğer kaptan bir hata yapsa gemi batar yada batabilir. Siz de hayatınızda büyük hatalar yapmamak için, yanlışlara düşmemek için kendi hayatınızı kendiniz yönetmelisiniz. Hayatınıza yön veren kişi başkaları değil siz olun. Kendi hayatınızı kendiniz yaşayın. İnsanların sizi yargılamasından korkmayın. Hatta kendinizle gurur duyun, kendi hayatınıza sahip olabildiğiniz için. Bu yazıyı okuyan ve ailesiyle yaşayan arkadaşlar kendi hayatını kendi yönetme tarzını yanlış anlayıp özgürlük arayışlarına girebilirler ki bu arkadaşların konuyu yanlış anladıklarını itiraf etmek zorundayım. Herkes kendi hayatına kendi yön vermelidir. Ne konuda olursa olsun. Tabii ki başkalarından yardım alabilirsiniz ancak ipleri onların ellerine veremezsiniz. Kendi hayatını kendin yaşamak demek, her şeye kendinin karar vermesi gerektiği demek değil, sadece kaptanlıktan çıkmadan, tayflarından yardım almaktır. Benden bugün bu kadar. Hoşça kalın...
18 Eylül 2014 Perşembe

HER GÜN ÇALIŞAN KAZANIR

                                        
Okullar başladı malum. Yazmak bu günlerde daha bi zor. Okul dediğimiz şey, çoğu öğrencinin korkulu bir rüyasıdır. "Ben okulu çok seviyorum." demeyeceğim şimdi. Dersleri ben de sevmiyorum. Eğer sen de öğrenciysen ve sen de dersleri sevmiyorsan bu yazdıklarımı okumalısın. "Dersleri sevmeye çalış." dersem çok klasik olacak biliyorum. Demeyeceğim de zaten. Bazı dersleri sevmesen bile çalış. Çalışma dediğim şey herkese göre değişir tabi. Biri günde yüz soru çözebilirken, diğeri on soru çözmekte bile zorlanabilir. Bu nedenle, sen ne kadar soru çözebiliyorsan o kadar çöz. Günde sadece beş soru mu çözebiliyorsun? Tamam, çöz ama "her gün". Püf noktası da burada zaten. Boşuna söylememişler değil mi "Taşı delen suyun gücü değil, sürekliliğidir." diye. Önemli olan çalışmayı sürekli yapmak. Demek istediğim asıl şeylerden biri de çok çalışmak başarıyı getirmez, sürekli ve düzenli çalışmakla başarıyı elde edersin. Ne kadar çalışabilirsen o kadar çalış, ama her gün çalış. Evet, bugün benden bu kadar. Sonra görüşmek üzere...
15 Eylül 2014 Pazartesi

PAYLAŞMAK



Hayatımız boyunca durmadan bir şeyleri paylaşırız. Öğrendiklerimizi, daha önceden bildiklerimizi, eşyalarımızı, yemeğimizi, evimizi, sevgimizi, üzüntülerimizi, sevinçlerimizi… Hayat paylaşmanın üzerine kurulu gibidir sanki. Paylaştıkça çoğalır her şey. Arkadaşlarımızla, ailemizle, tanıdıklarımızla hatta bazen tanımadıklarımızla bile paylaşırız bir şeyleri. Çok güzel bir his yeşertir insanın içinde. Şöyle ki, kardeşimle ilk başta paylaşmak istemediğim bir çikolatayı, daha sonra onunla paylaşırsam o çikolatanın tadı daha bir lezzetli olur sanki. Veya bildiğin bir bilgiyi, yardıma ihtiyacı olan biriyle paylaşınca gurur duyarsın kendinle, mutlu olursun. Öyle bir şey ki, yapmayınca üzülüyor insan. Paylaşmak ister istemez herkesin yaptığı bir şey bence. Her insan paylaşır, paylaşmalıdır da. “Paylaşılan bir sevinç iki kat olur, paylaşılan bir acı yarıya iner.” demiş Cicero. Ne de güzel demiş! Aynen de öyle değil mi? Acılarımızı azaltmak için dostlarımızla dertleşmez miyiz? Güzel bir haber alınca hemen tanıdıklarımıza da haber vermek istemiyor muyuz? Paylaşmak insanın doğasında var. İnsan paylaşmazsa mutlu olamaz. Kısacası, HAYAT PAYLAŞINCA GÜZEL.
14 Eylül 2014 Pazar

DÜŞÜNCENİN GÜCÜ

Bir işe ya da yapmak istediğimiz bir şeye başlarkenki düşüncemiz çok önemlidir. Ciddiyim, sandığınızdan çok daha önemli bir şey bu. Öncelikle bunu yapabileceğinize inanmalısınız. “Tamam, bir deneyeceğim ama bu işin olacağını sanmıyorum.” gibi düşüncelerle bu işe başlarsanız, sonuç sadece başarısızlık olur. Bu gibi olumsuz endişeleri düşünmek yerine, zafere ulaştığınızı düşünürseniz başarıya ulaşmanız kolaylaşır. Bir kitapta okumuştum. “Zekânızı yönlendiren düşünce, zekâ gücünüzün miktarından daha önemlidir.” Yani anlayacağınız “pozitif düşünmek” en iyisi. Pozitif düşünün ki, pozitif enerjiler etrafınızı sarsın. Belki bu ilk başta size önemsiz gelebilir ancak negatif veya pozitif düşünceler, gerçekten hayatımızı etkiliyor. Bunu aklınızdan çıkarmayın ve başarı yolunda buna dikkat edin. Yukarıdaki sözde de dediği gibi zekâ gücünüzden daha önemli olan şey zekânızı yönlendiren düşüncedir. Yapacağınız işten “Ben yapamam, zeki biri değilim.” diyerek vazgeçmeyin sakın. Zaferi hayal edin. Başarıya ulaştığınızı düşünün. Böylece yaptığınız işler size daha kolay gelecek, önünüze çıkan engelleri daha kolay bir şekilde atlatabileceksiniz. Sonunda ise başarının sizi beklediğini göreceksiniz.
13 Eylül 2014 Cumartesi

ACELE GİDEN ECELE GİDER

“Aceleyle iş yapan, kendi kendinin düşmanıdır.” der bir İtalyan sözü. Başarıyı yakalamak için acele etmek doğru değilmiş demek ki. Ya da bir işi yaparken acele etmek. Hayatımızda da çok karşılaşırız zaten. “Acele işe şeytan karışır.” derler ya hep. Yetişmemiz gereken bir yer varken, evden çıkacağımız zaman aceleyle bir bardak su içmek isteriz ve dolaptan çıkardığımız bardak düşüp kırılıverir. Veya evden sağ salim çıkarız ancak bu sefer de bir şey unutmuş oluruz. Hatta bazen aceleden gözümüzün üzerindeki gözlüğü, elimizdeki telefonu fark etmeyiz ve delice etrafta onları arar dururuz. Böyle örnekler oldukça fazla. Tabii evden her aceleyle çıkışımızda başımıza bir şey gelecek demiyorum. Neyse. Acele etmek yada etmemek bazen bizim elimizde olmaz aslında. Yapacağımız bir işin son anda aklımıza gelmesi gibi. İşte, acele etmek zorunda kalmamak için bir planımızın olması çok önemli. Planımız yoksa, gün içinde neyi yaptığımızı, neyi yapmadığımızı bilemeyiz. Tabi bir planımız olsa bile bazen unutabiliyoruz yapacağımız şeyleri. E insanlık hali canım. Unutabiliriz tabii. Ama biz yinede kendi kendimizin düşmanı olmamak için aceleyle iş yapmaktan kaçınalım.
12 Eylül 2014 Cuma

KOŞUN, TA Kİ HEDEFE ULAŞANA KADAR

Yeniden başladık koşmaya. Koşuyoruz, koşuyoruz, koşuyoruz… Önümüzde dümdüz bir yol var. Ama, o da ne? Ayağımız takıldı bir taşa. Sendeledik, ama düşmedik. Hızlanıp koşmaya devam ettik. Şimdi yolun göründüğü kadar düz ve engebesiz olmadığını biliyoruz. Derken yine ayağımız takılıyor, bu sefer daha büyük bir taşa. Düşmemek için yalpalıyoruz ancak bir işe yaramıyor maalesef. Her tarafımız toz toprak içinde kaldı şimdi. Yılmıyoruz yine de. Ayağa kalkıp koşmaya başlıyoruz yeniden. Hızlanıyoruz gittikçe. Bu sefer de ayakkabılarımızın bağcıkları bela oluyor başımıza. Ayaklarımız birbirine giriyor. Ne ara çözüldüklerini hatırlamıyoruz bile. Hızlıca bağcık işini halledip yola koyuluyoruz tekrardan. Hedefe çok yaklaştık. Yüzümüzde bir tebessüm oluşmaya başlamışken önümüze bir dere çıkıyor, çok geniş bir dere. “Buraya kadarmış.” demekten alıkoyamıyoruz kendimizi. Dizlerimizin üstüne çökerek umutsuzca bakınıyoruz. Ama birden, içimizdeki “Başaramazsın, artık pes et.” seslerinin arasından ufacık bir fısıltı duyuyoruz: “Yola devam et, her zaman bir umut vardır.” O fısıltı içimizdeki kediyi bir aslana çeviriveriyor adeta. Ayağa fırlayıp dere boyunca koşmaya başlıyoruz. Baya bir yol koştuktan sonra yoruluyoruz. Yine tam içimizdeki “Yapamazsın!” sesi bizi ele geçirecekken bir köprü görüş alanımıza giriyor. Öyle mutlu oluyoruz ki, delice bağırmaya başlıyoruz. Köprüden geçip koşmaya devam ediyoruz. Ta ki hedefe ulaşana kadar.

 Bazen, hatta çoğu zaman bir şey yapmaya çalıştığımızda hayat önümüze birçok engel çıkarır. Yukarıdaki yazıda taşların olduğu gibi. Bazen kendi hatalarımız yüzünden tökezleriz. Bağcıkların çözülmesi gibi. (Ki onları gerçekten sağlam bir şekilde bağlasaydık çözülmelerine imkan kalmazdı.) Bazen de hedefe çok az bir mesafe kalmıştır ancak önümüze çıkan o son engel sabrımızı taşırır ve bizi pes etmeye zorlar. Tıpkı yukarıdaki dere gibi. Fakat biz ne olursa olsun bu zorluklara karşı gelmeliyiz. Hedefe ulaştığımızı hayal ederek, yılmadan koşmaya devam etmeliyiz. Çünkü vazgeçmemek yapabilmenin  yüzde 95’idir. Engel ne kadar büyük olursa olsun, mutlaka bir çözüm yolu vardır. İşte bu yüzden istediğiniz hedefe ulaşmak sizin elinizde. HAYDİ, KOŞMAYA BAŞLAYIN. DÜŞERSENİZ, SABRINIZ TAŞARSA, VAZGEÇMEK İSTERSENİZ İÇİNİZDEKİ FISILTIYI DUYUN VE KOŞUN. TA Kİ HEDEFE ULAŞANA KADAR.             
11 Eylül 2014 Perşembe

EYVAH UNUTTUM!

Unutkanlık, insanlarda çokça karşılaştığımız bir durumdur, hatta sorun da diyebiliriz. Buna sebep olan genellikle stres ve zihinsel yorgunluk gibi şeylerdir. Gündelik yaşamda birçok şeyi unuturuz. Eşyaları koyduğumuz yeri, söz verdiğimiz ve yapacak olduğumuz işleri, alışverişe çıktığımızda alacağımız şeyleri... Bu gibi şeyler, yaptığımız işlerde verimin düşmesine neden olabilir. Geçenlerde bir dergide görmüştüm. Phillip Holt diye bir adam -ki aslında adam demek doğru olmaz sanırım, ünlü beyin dilini programlama uzmanıymış kendisi- beynin bir şeyi 3 kere öğrenmesi gerektiğini söylemiş. Yani eğer bu şey 3 kez tekrar edilirse hatırlanırmış. Phillip Holt ayrıca etkili hafıza kullanımı için nesnelerin hayal edilip onu resme dönüştürmenin gerektiğini söylemiş. Bu, görsel hafızaya sahip olanlar için pek te zor bir şey olmasa gerek. Her neyse. Bu arada rahatlama tekniklerini bilmek stresi azaltıp öğrenme ve hatırlamayı kolaylaştırıyormuş. Phillip Holt, her bireyin beyin kapasitesinin aynı olduğunu, farklılığın beyni kullanma şeklinden kaynaklandığını belirtmiş. Bundan başka olarak, unutkanlığı önleyen bazı besinler varmış. Genellikle orman meyveleri ve omega3 içeren besinlermiş bunlar. Örneğin balık gibi. Neyse dostlarım, benden bu kadar. Gerisini sizin araştırmalarınıza bırakarak hoşça kalın diyorum.
10 Eylül 2014 Çarşamba

HER İNSAN FARKLI BİRER DÜNYA

Her insanın farklı bir dünya olduğunu fark ettiniz mi hiç? Yaşadıkları olaylarla, duygularıyla, hayalleriyle, hüzünleriyle, sevinçleriyle, anılarıyla ve sayamayacağımız daha birçok şeyle birbirlerinden farklıdır insanlar. Fiziksel özelliklere bakın mesela; milyonlarca farklı yüz! Oysa hepsinde aynı organlar var, organların yerleri de aynı. Her insanın burnu gözleri ve ağzı arasında, her insanın kulakları başının iki yanında... Allah'ın sonsuz ilmine hayret etmek bile az kalıyor. İnsanlardaki farklılıklar sadece fiziksel değil elbette. Fiziksellikten daha da önemli olan manevi dünyalarımız var. Tam anlamıyla uçsuz bucaksız bir dünya. Her insanın kendine ait hayalleri, olaylara farklı bakış açısı, aklını kullanma yöntemi, duyguları, hisleri ve daha aklıma gelmeyen birçok şeyi var. Bu öylesine farklı bir şey ki... Yani, baksanıza yüce Rabbimizin ilmine! Her insan farklı birer dünya. Her insanın değişik hayalleri, duyguları... Aslına bakarsanız şuan bunları kelimelerle anlatamıyorum. Siz de düşünürseniz anlayacaksınız, "Her insan farklı birer dünya." cümlesini. Yani o kadar geniş bir çaplı cümle ki, anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor. Neyse dostlarım, lafı uzatmanın gereği yok. Konu geniş olmasına geniş ancak benim yazabileceklerim bu kadar. Görüşmek üzere...
9 Eylül 2014 Salı

BAŞKASININ GÜNAHINA AĞLAYAN ADAM'I DUYDUNUZ MU?

Uyanalım diye uyanık olan, ebediyen gülelim diye ağlayan adamı tanıyor musunuz? Kendi günahına ağlayamayanların günahına bile ağlayan adamı biliyor musunuz?

Bediüzzaman Said Nursi hayatı boyunca insanları iman yoluna çağıran, en kötü insanlara bile merhametle bakabilen, hayatının çoğu yaşadığı dönemde İslam'ı çökertmeye çalışanlar yüzünden hapislerde geçen, günümüzde okunan Risale-i Nur'ların müellifi olan bir insandır. Evet, o da bizim gibi insandı. Ancak onda öyle cevherler vardı ki... Düşünsenize; "Bu milletin imanını selamette görürsem cehennem alevleri içinde yanmaya razıyım." diyebiliyor!
Öyle biri ki; paradan, makamdan, şanda, şöhretten hep kaçtı. Hediyeleri bile kabul etmezdi. Dünyavi maksatlar için yanına gelenleri kabul etmedi.
Talebeleri vardı. İşçi, ayakkabıcı, bakkal, berber, memur... Hatta katil ve hırsızlar! Çünkü onda öyle bir şefkat vardı ki, onun olduğu bir hapishane adeta bir medrese haline geliyordu. En sevgisiz, en taş kalpli adamlar bile onun şefkatiyle yumuşuyor, iman ediyorlardı. Ayrıca sadece insanlara karşı değil, hayvanlara karşı da çok şefkatliydi.
Eserlerini yazarken çok zorlandı. Onu engellemeye çalışanlar oldu.Hapisteyken zehirlenmeye ve öldürülmeye çalışıldı. Ama o, Allah'ın da yardımıyla ısrarla iman davasını devam ettirdi, eserlerini yazdı. İmkan kısıtlılığından dolayı kibrit kutularına yazması gerekti, yine yazdı. Çünkü insanları kurtarmalıydı, kurtarmak istiyordu.
İman öyle bir şey ki arkadaşlar, onun da deyişiyle: "İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir." İşte bu yüzden, böylesine önemli bir dava için: "Bir Said değil, bin Said feda olsun!" dedi. 
Dünya şeylerine hiç önem vermezdi. Çok az yerdi. Düşünün bir, biz bir günde bile çeşit çeşit yemekler yerken bir ekmek ona bir hafta yetiyordu. Bir elbisesini yıllarca giyerdi.
İnsanlar onun eserlerini okuyup yola geliyorlar. O, eserlerindeki bu muhteşem tesirin kendinden kaynaklanmadığını söyler, Kur'an ve ihlasa bağlardı.
Kelimeler bu büyük Üstad'ı anlatmaya yetmiyor arkadaşlar. Onu anlatmak için değil bir sayfa, cilt cilt kitaplar lazımdır. Ancak ben burda son noktayı koyuyorum. Hoşça kalın!
8 Eylül 2014 Pazartesi

BİRİ ÖN YARGI MI DEDİ?

Zamanla tanırız insanları. Zaman her şeyin ilacıdır derler ya. Hah aynen öyle işte. Zaman geçtikçe her şey yerli yerine oturur. İlk gördüğümüz, sadece adını bildiğimiz insanların nasıl biri olduklarını bilemeyiz. Neleri sevdiğini, nasıl yaşadığını, amacının ne olduğunu. Onlar hakkında düşündüklerimiz ön yargı olur, bazen iyi bazen kötü. Oysa bir düşünsenize, hiç tanımadığımız insanların dış görünüşüne bakarak onları yargılamak nasıl da kötü bir şey! Bu yüzden “ön yargı” gerçekten çok yanlış bir davranış.  Bir söz görmüştüm: “Hepimiz önyargıyı kötüleriz, ama hala önyargılıyız.” diye. Maalesef bizim durumumuzu çok iyi anlatıyor. Yanlış bir davranış olduğunu çoğumuz biliyoruz ancak birçok kez istemeden ya da isteyerek ön yargılı davranabiliyoruz. Bunun kendimize yapılmasını istemeyiz değil mi? O halde kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına da yapmamalıyız. Bunu herkes bilir. Asıl zor olan uygulamaktır. Ayrıca söylemekte fayda var: bilip de uygulamadığımız bilgiler ileride bizim başımızı yakabilir, canımızı acıtabilir.

Son olarak herkesin sadece kendi olması gerektiğini ve bir başkasının kötü yönlerini eleştireceğine kendine bakıp ön eleştiri yapması gerektiğini söylüyorum. Biliyorum, bunu yapmak gerçekten çok zor. Enistein’in bir sözü vardı: “Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.”. Fakat ne kadar zor olursa olsun bunu başarmak için çabalamalıyız. “Her şeyde de çabalamak gerekiyor yahu!” diyeceksiniz, eee napalım bedava peynir sadece fare kapanında!
7 Eylül 2014 Pazar

YÜZMENİN FAYDALARI

Malum yaz aylarındayız. Herkes denize koşuyor. Bende yüzmenin faydalarını az biraz anlatmak istedim. Araştırdığımda, ben de birçok şey öğrendim.


Yüzme, özellikle kalp ve dolaşım sitemine olumlu etkileri baya fazlaymış. Düzenli yüzen insanlarda kalp krizi geçirme olasılığı düşmekteymiş. Ayrıca bu kişilerde, kalp ve beyin damarlarını tıkayan bazı maddelerin azalmasına yardım ediyormuş. Bir başka faydası, çoğumuzun da bildiği bir şey; kasları güçlendirmesi. Hatta doktorlar, eklemlerinde rahatsızlık olan insanlara yüzme sporunu tavsiye ediyormuş çünkü eklemler yüzmede diğer sporlara göre daha az zorlanıyormuş. Bundan dolayı yaralanma veya sakatlanma riski diğer egzersizlere göre %90 daha azmış. Oldukça önemli bir rakam değil mi? Ayrıca yüzme, her bireyin yapabileceği harika bir egzersiz. Kilonuz, boyunuz, yaşınız ne olursa olsun, öğrendiğiniz zaman istediğiniz gibi sakatlanma veya yaralanma riski olmadan yüzebilirsiniz. Ayrıca sigara ve alkol alışkanlıklarının azalmasında etkili olmakla beraber aşırı şişmanlığı da engelliyormuş. Hamilelerin düşük yapma, erken yada geç doğurma gibi olasılıklarını da oldukça azaltıyormuş. En önemli faydalarından biri de insanın sinir sistemine ve insan psikolojisine iyi gelmesi. Siz de bilirsiniz, insan suya girince rahatlar, bütün sorunlarını bir süreliğine de olsa unutur.
Ancak burada önemli olan "yüzme" egzersizini düzenli olarak yapmaktır. Baştaki cümlede söyledim: herkes denize koşuyor diye. Ancak yaz aylarında denizde yüzmenin "spor" olmayacağını biliyorsunuzdur heralde. :D Ama ben yinede suya girmenin faydaları olacağını düşünüyorum. Hatta suyun verdiği rahatlık, stresleri ve gerilimleri berraklığıyla alıp götürmesi bile yeter bence. Evet, benden bu kadar sevgili arkadaşlar. Hepinizin iyi bir tatil geçirdiğini umaraktan görüşmek üzere diyorum!
6 Eylül 2014 Cumartesi

ÇIRPINIŞ

Zaman durmadan akıyor. İnsanlar zaman geçtikçe çırpınıyor. Bazıları hayatlarını geliştirirken, bazıları hepten batağa düşüyor. Bazıları ise hiçbir ilerleme kaydetmeden olduğu yerde duruyor. Bütün bu çabalar ne için? Tüm bu koşuşturmalar bir gün yok olacak olan dünya için mi? Evet, ne yazık ki çoğumuz dünya için çırpınıyoruz. Çırpınmamız, çabalamamız gereken çok ama çok daha önemli şeyler varken, "üç günlük" bile diyemeyeceğimiz hayatın peşinden koşmamız da neyin nesi? Üç günlük bile diyemiyoruz hayatımıza çünkü bir dakika sonra bile yaşayacağımızın garantisi yok. E madem garantimiz yok, neden bu kadar çok dünyanın peşindeyiz? Sen, ben, o, biz... Herkes! Sonsuz bir hayat varken, ne zaman biteceği belli olmayan bir hayata yatırım yapılıyor. Ancak bu dünyaya yapılan yatırımların hepsi bu dünyada kalıyor. Bakın koskoca padişahlara, devlet adamlarına, varlıklılara... Yanlarında tek bir şey götürebilmişler mi? Kanuni Sultan Süleyman bile bir elinin tabutunun dışında bırakılmasını istemiş; insanlar koskoca padişahın bile elinin boş gittiğini görsünler diye! Madem bunları biliyoruz, uygulamalıyız da. Hayatımız sadece bu dünyadan ibaret değil. Bizim asıl hayatımız daha başlamadı. Toprağın altında çiçek açmayı bekleyen bir tohum gibiyiz. Az da olsa, asıl hayatımız için yatırım yapmalıyız. Az da olsa diyorum, çünkü "az", hiç yoktan iyidir.

5 Eylül 2014 Cuma

HAREKETE GEÇ!

Sürekli bir şeyler hayal eden, edebilen insanlar, insanlarımız; bazen hayal ettikleri şeylerin peşinden koşmazlar. Hatta bazen bu hayal ettikleri şeyleri arkadaşlarıyla, aileleriyle paylaşırlar ancak sadece “Şöyle böyle yapmayı düşünüyorum.” gibisinden cümlelerle. Eğer bir şey yapmayı düşünüyorsanız neden yapmayasınız ki? Aklınızda olan şeyi hayata geçirmeye çalıştığınızda kaybedecek neyiniz var? – tabi ki bu cümleler çılgın hayallere sahip insanlar için geçerli değil, dağdan motorla atlamak gibi bir hayal mesela- 
Örneğin bir kitap yazmak istiyorsanız, yazar olmayı hayal ediyorsanız en azından bunu yapmaya çalışmalısınız. Önceden hiç kitap yazmayı denemediyseniz yazıp yazamayacağınız bilemezsiniz ki! Deneyin ve görün. Şu sözde de dendiği gibi "Eğer yapmak istediğini ya da olmasını umduğunu düşünmeye devam edersen, onu yapmazsın ve gerçekleşmez." (Joe Dimaggio) Sadece düşünmek yetmiyor yani. İçinizde “Bunu sakın deneme! 
Tamamen zaman kaybı, sen asla böyle bir şey yapamazsın!” diye zırvalayan bir ses varsa, işte tam da o ses belki de sizin harekete geçmenizi engelleyen şey.O sesin bir engel olduğu kesin, ama siz bu engeli aşabilecek güçte olduğunuza inanın ve o sese kanmadan yolunuza devam edin.  Ya da bunu paylaştığınız bir arkadaşınız, tanıdığınız "Bunu yapamazsın." diyorsa ona aldırmayın. Kendi adıma konuşuyorum, sonuçta gün içinde yaptığımız birçok boş iş var. Zaten günün yirmi dört saatini tamı tamına dolu dolu geçirebilecek insan çok azdır. Her neyse, benim dediğim şudur ki; hayallerinizi, yapmak istediğiniz şeyleri gerçekleştirmekten korkmayın. Ancak onları gerçekleştiremezseniz bile hayal kırıklığına uğramak yerine, bir şeyleri gerçekleştirmeye çalıştığınız için kendinizle gurur duyun. Çünkü "Her zaman savaşlarınızı kazanamazsınız, ama savaştığınızı bilmek yine de iyidir."(Marjorie Holmes)
Olay bu, HAREKETE GEÇ!

Bu arada sakın unutmayın: "Binlerce kilometrelik bir yolculuk ilk adımın atılmasıyla başlar" (Lao Tzu)

4 Eylül 2014 Perşembe

HUYLU HUYUNDAN VAZGEÇER Mİ?

Huylu huyundan vazgeçmez bence sevgili okuyucularım. Yani insan yedisinde neyse yetmişinde de odur demek istiyorum. Ancak şöyle de bir şey var ki bizim huy diye adlandırdığımız bazı davranışlar aslında huy değil. Ancak biz onları huy diye bildiğimiz için, pat diye o davranış değişince “Aaa kız huyu değişti bunun!”, “Hayretler içindeyim, yok artık! Bide huylu huyundan vazgeçmez derlerdi!” gibi diyaloglar ortaya çıkıyor. Mesela eskiden kitap okumayan bir insanın şimdiki hayatında kitap okuması “huyunun değişmesinden” değildir. Adam davranışını değiştirmenin onun için daha iyi olacağına karar vermiş, davranışını değiştirmek için çabalamış, çalışmış ve amacına ulaşmış. Bu olayın özeti budur yani. Az kitap okumak, çok fazla televizyon izlemek, sürekli bilgisayar oyunu oynamak huy değildir ve tabi ki bunları biliyorsunuz.
Yazının tam burasında bakış açımı biraz değiştirerek huyun zor da olsa değişebileceğini söylemek istiyorum. İçe dönüklülüğü ele alalım mesela. Bu bir huydur diyebiliriz. Küçüklüğünden beri içe dönük olan bir insan, hayatında onu etkileyen bir olay yaşadığında ve ya bu huyunu gerçekten değiştirmeye çalıştığında gerçekten de değiştiğine şahit olabiliriz. Bazı örnekler de duydum. Adam önceden utangaç olduğu halde şimdi seminerler verdiğini söylüyor. Utangaç biri onca insanın karşısında konuşmak için biraz çabalamış olsa gerek değil mi?

Son olarak insanın zor da olsa gerçekten isterse ve çabalarsa huyundan vazgeçebileceğini savunuyorum. En başta ki cümle ile ters oldu galiba, evet. Ama son kararım budur. Ancak şöyle ki “Can çıkar, huy çıkmaz.” diye bir söz de var. Burdan da huyun değişmesinin gerçekten zor olduğunu herkes anlayabilir sanırım. Neyse, sonraki yazımda buluşmak üzere hoşça kalın!
3 Eylül 2014 Çarşamba

HİÇ KAFANIZIN İÇİNDE OTURAN BİR GORİL HİSSETTİNİZ Mİ?

Evet, kabul ediyorum başlık epey değişik oldu. Ama şuan cidden bu durumdayım. Başımın içinde bir goril oturmuş ve piknik yapıyor, kafamı salladıkça ya da aniden çevirince filan kükrüyor gibi geliyor. Pekâlâ, biraz abarttım. Kısacası kafam güzel bugün. Ya da şaşırtıcı derecede başım ağrıyor. Her neyse, madem başım ağrıyor, ben de “baş ağrısı” ile ilgili bir şeyler yazayım dedim. Eskiden çok değişik çözümler vardı baş ağrısı için. Hatta şimdi bile duyuyoruz babaannelerimizden, anneannelerimizden. Patates yuvarlak ince dilimler halinde kesilip, alınlarına gelecek şekilde bir bez parçasıyla bağlanırdı. Eskiden annemi o şekilde görmüşlüğüm bile var sanırım. Ancak günümüzde başı ağrıyan insanlar kısa yoldan bir hap atıp baş ağrısının geçmesini bekliyor. Kısa, kolay ve zahmetsiz bir yöntem, evet ama her başımız ağrıdığında hap atarsak bu sağlığımız için pek de iyi bir şey olmayacağa benziyor. Bunun dışında başınıza biraz masaj yapabilirsiniz. Hafif bir ovalama şeklinde değil de, biraz bastırarak yapmanız çok daha iyi olur. Genellikle şakak bölgesine yapılan masajlar daha etkili olur. Ayrıca enseye yapılan masajlar da baş ağrısına iyi geliyormuş.  Bunlardan başka bitkisel yöntemler de var. Naneli çay gibi bitkisel çaylar baş ağrısını dindirmede faydalı oluyormuş mesela.  Neyse sevgili okuyucularım, benden bu kadar. Malum başımın içinde bir goril var. Şimdi gidip bu yöntemlerden birini uygulayacağım. Hiç başınızın ağrımaması dileğiyle, hoşça kalın!
2 Eylül 2014 Salı

ANILAR



Anılar bizi biz yapan şeylerdir. İyi de olsa kötü de olsa anılarımızla yaşamayı öğrenmemiz gerekir. Onlara sahip çıkmamız gerekir. Çünkü anılar bizimle beraber yaşarlar. Evet, kötü anılarımız da olur elbette. Ancak bu kötü anılar bize hayatın her zaman tozpembe olmadığını hatırlatır. Pişmanlık duyduğumuz, üzüldüğümüz, kızdığımız, hayal kırıklığına uğradığımız kötü anılarımız bizlere ders vermek için beklerler içimizde. Aynı hataya tekrar düşmememizi sağlarlar. Tabi her üzücü olay hata değildir. Burası biraz karıştı. Toparlamaya çalışırsak, anılar bizim hayatımızdır. Anılar bizim geçmişimizdir. Geçmişimiz olmadan geleceğe adım atamayız. Hiç kimse mükemmel değildir. Herkesin geçmişinde ona yara açan ya da onu mutluluktan havaya uçuran anıları vardır. Önemli olan bunlarla yaşamayı öğrenmektir.
1 Eylül 2014 Pazartesi

ASLA PES ETME!

Birçok insan, o kadar yol kat ettiği halde daha fazla dayanamayıp pes ettiğinden başarıya ulaşamaz. Bu noktada “pes etmek” çok önemli bir dönüm noktasıdır. Ya pes edersiniz, ya da devam edersiniz. Özellikle bu, sabırsız insanlar için daha da dayanılmaz bir durumdur. Hevesle başladıkları bir işe başarısızlıkla sonuç verebilirler pes ettikleri zaman. Aslında yaptığımız bazı işlerde önemli olan fazla yapmak değil, “devamlı” yapmaktır. “Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.” misali. İşte tam da bu nedenden ötürü pes etmek,  hayal kırıklığı ve başarısızlık gibi birçok kötü şeyi beraberinde getirir. İnsan pes etmemeyi öğrenmeli bence. Ne olursa olsun, önüne hangi engel çıkarsa çıksın yoluna devam etmeli. Asla yılmamalı. Başarıya ulaşmak, sandığımız kadar kolay olamayabilir çünkü. Gerçekten başarıya ulaşmak isteyen insan, karşılaştığı zorluklara karşı göğüs germeli ve onları atlatıp yoluna devam etmelidir. İşte tüm mesele bu. Pes etmek veya etmemek.
31 Ağustos 2014 Pazar

SAKA KUŞUNA DAİR BİRKAÇ ŞEY


Saka Kuşu
Saka kuşu serçegillerden olmakla birlikte ırkı oldukça zengindir. Kırmızı, siyah, kahverengi, sarı, beyaz gibi renklerde tüylere sahip olan, ayrıca desenleriyle de ilgi çeken saka kuşu kafeslerde beslenen kuşlardan biridir. Çok ta güzel ötüşü vardır. Duysanız içiniz geçer, hayallere dalarsınız. :D Boyu ortalama 13 santimetredir. Genellikle ağaçlık yerlerde yuva yaparak ve sürü halinde yaşar. Yuvasını yerden ortalama 6 metre yüksekte yapar. Kendi yaşam alanında deve dikeni tohumuyla beslenir. Dişi saka kuşu üreme döneminde altı adet yumurta bırakır. Ayrıca üreme döneminde 3 kez kuluçkaya yatabilir. Kömürcü sakası, Ak gerdan saka, Kasım sakası, Keneset, Mart sakası gibi türleri de mevcuttur. Bunlar daha çok bilinenleridir. Saka kuşu, çok güzel mi güzel, neşeli mi neşeli bir kuştur. Ve yazar burada, daha söyleyecek bir şey bulamayınca kaçar. Görüşmek üzere! 
30 Ağustos 2014 Cumartesi

RUHUNU YÜZÜNE GİYECEK KADAR CESUR MUSUN?

Olduğun gibi görünmek çok zor iştir, cesaret ister. Cidden, bakmayın kolay söylendiğine. İnsan bir ömür harcayabilir olduğu gibi görünmek için. Şöyle bir şey de var ama: insan "olduğu gibi görünmek" lafını duyunca aklına ilk "ben kimim?" sorusu geliyor. Ya da "Ben nasıl biriyim?" , "Ben neyim?" gibi benzer sorular. Bir bakıma kendisini sorguluyor yani. Ve bu sorulara cevap vermek hayatı çok sade olan bir adam için bile hiç kolay değildir. Düşünsenize, daha bu sorulara bile cevap veremezken, olduğumuz gibi görünmek ne kadar zordur. Yani, demek istediğim şey filan yok aslında. Bu konu öylesine aklıma geldi ve bende bir şeyler karalamak istedim. Sandığımızdan daha derin bir konu. Ama çok derinlere inmekte iyi değilim. "Olduğu gibi görünmek" az insanın başarabildiği çok güzel bir şey. Mevlana'nın meşhur sözünü bilirsiniz: "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.". Ne diyelim. Ne mutlu olduğu gibi görünen insanlara!
29 Ağustos 2014 Cuma

GÜZEL GÖRMEK



Hayatımızda bazı sıkıntılar olur. Zor zamanlar geçiririz. “Ah Bu Şikâyetler!” yazımda da anlattığım gibi bu sıkıntılı zamanlarda şikâyet etmeye başvurabiliyoruz. Oysaki daha mutlu bir hayat yaşamak istiyorsak her şeyi güzel görmeliyiz. Bediüzzaman Said Nursi’nin de bir sözünü hatırlatmak isterim: “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Yani demek istediğim, gönül gözüyle görmeye çalışmalıyız. Aslında sadece sıkıntılarımızı değil her şeyi güzel görmeye çalışmalıyız. Tabi bu, günümüzde biraz zor. İnsanlar üçkâğıtçılık, dolandırıcılık peşinde. Fakat biz yine de bardağın dolu tarafına bakmalıyız değil mi? Yani sonuç olarak hayattan lezzet almak istiyorsak güzel görelim, güzel düşünelim. Hoşça kalın! 
28 Ağustos 2014 Perşembe

BAŞARIYA GÖTÜREN YOLLARDAN BİRİ: HAYAL KURMAK



Her insanın gerçekleşmesini istediği hayalleri vardır. Ya da bazılarının öylesine olduğu hayaller. Bazıları da can sıkıntısından kurulur. Herkes istediği şekilde, istediği zaman, istediği yerde hayal kurabilir. Bu yönden çok güzel ve kolaydır hayal kurmak. Kolay ve güzel olmasından daha da önemlisi başarıya götüren yollardan biri olmasıdır. Hatta Enistein’in şu sözlerine bakın: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.”. Evet hayal gücü dediğimiz şey var bir de. Duymuşsunuzdur, bazı insanlara “Vay be senin hayal gücün de çok genişmiş.” denilir. Buna bağlı olarak ben her insanın hayal gücünün farklı olduğunu çıkarıyorum. Ama tabii ki bir insanın hayal gücünün zayıf olması hiç hayal edemeyeceği anlamına gelmez. Kısacası ben her insanın hayal etme gücüne sahip olduğuna inanıyorum. Ve gerçekten de kurduğumuz hayaller bizi başarıya götürecek olan önemli yollardan biri. Bir işte başardığınızı düşünerek motive olur ve işinize daha da sıkı sarılabilirsiniz mesela. Bu yüzden hayal kurmak, basit bir şey gibi görünse de aslında çok önemlidir.
27 Ağustos 2014 Çarşamba

KEŞKELER


Keşkeler, insanın canını yakan, pişman olmasına neden olan şeylerdir. Ne kadar canımızı yaktığımızı bilsekte, hep “keşke” vardır dillerimizde. Kendi yaptığımız yanlışların, başkalarının yaptıklarının yada sadece rastladığımız olayların diğer tarafını hayal ederiz. Şöyle ki: “keşke” deriz, “böyle olsaydı.”. “keşke” deriz, “yapabilseydim.”. Bir yandan da kendini avutur aslında insan. Ama ne yaparsa yapsın, pişmanlıkları gittikçe onun yüzüne vurulur, acıtır. Zaten insan “keşke” derken pişmanlığını belirtmez mi? Ama unutmayın “keşke” dediğiniz, olmasını istediğiniz şeyler gerçekte olsaydı, belki de şuan olduğunuz durumdan daha kötü bir halde olabilirdiniz. Şunu demek istiyorum yani; “Her işte bir hayır vardır.” derler ya. O istediğiniz şeyin size olumlu etki edeceği garantisi yok sonuçta. Mesela zengin olmak; evet herkes bunun kendisi için iyi olacağını düşünebilir. Ama belki de bu dileğiniz gerçekleşse bütün arkadaşlarınızı kaybedeceksiniz yada bencilleşeceksiniz. Ne bileyim. Sadece iyi yönlerine bakmayalım diyorum. Çünkü bazen bizim göremediğimiz kötü yönleri de olabilir. Kısacası “keşke”lerle geri gelmeyecek olan değerli zamanımızı harcamaya gerek yok. Hatta geçmişin keşkeleri şu anımızı çalan bir hırsızdır. Değer mi şu anımızı mahvetmeye?
26 Ağustos 2014 Salı

KENDİNE GÜVEN!

“Her şeyden önce kendinize güveniniz yoksa, bütün yollar kapanacaktır önünüzde.”  diyerek başlıyorum yazıma. Bildiğimiz gibi özgüven yetersizliği çoğu insanın baş belasıdır. Bu insanlar girişimci olamadıkları gibi hayatlarındaki önemli noktalarda özgüvenleri olmadığı veya çok az olduğu için başarısızlıklarla karşılaşabilirler. Yukarıdaki sözde de söylendiği gibi, her şeyden önce kendinize güvenmelisiniz. Geriye bakıp pişmanlıklar yaşamak yerine önünüzdeki yollara bakıp ilerlemelisiniz. Özgüven kazanmak, korkuları yenmek elbette kolay bir şey değildir. Bu tamamen sizin istemenize ve çabalamanıza bağlı.

İlkokuldayken bende öyleydim. Kendime güvenmediğimden midir yoksa utandığımdan mıdır bilmem ama hocaların derste hiç söz almadığım konusundaki şikayetlerini hatırlar gibiyim. :D Doğrusu bunun iyi bir şey olduğunu kimse savunamaz. Bu sadece küçük bir örnekti. Hayatımızda karşılaşacağımız bazı durumlarda özgüven yetersizliği çok daha ciddi sorunlara yol açabilir. İşte bu yüzden, kaybetmek istemiyorsanız ilk önce kendinize güvenmeyi öğrenin. Asla kendinize küçümseyici şeyler söylemeyin, kendinizi zavallı biri olarak görmeyin. Aynanın karşısına geçin ve kendinize olan güveninizi arttıracak şeyler söyleyin. Bu yazıma da burada son noktayı koyuyorum. Görüşmek üzere, diyorum ve kaçıyorum.
25 Ağustos 2014 Pazartesi

MANEVİ MUTLULUK

Evet, önceki konuda da söylediğim gibi mutluluk sadece maddiyattan ibaret değil can dostlarım. Mutluluk deyince her insanın aklına farklı şeyler gelir. Mesela bir iş adamı için anlaşmak istediği şirketle anlaşabilmesidir mutluluk. Bir çocuk için dondurma yemek, anlatılmaz bir mutluluktur belki de onun için. Ailesiyle sohbet etmek, bir babayı mutlu edebilir. Sokakta gördüğü kediyi okşarken gülümser bir genç. Yaşlı biri elinin öpülmesinden mutluluk duyar. Bunlar o kadar fazladır ki, neredeyse her insanın mutluluk anlayışı farklıdır bence. Bundan başka bir şey daha söylemek istiyorum. Etrafımızda görüyoruz bazen. Adamın dünya kadar parası var, ailesiyle iyi geçiniyor, sağlığı yerinde. Ama yüzünün güldüğü görülmemiş. İşte tam da bu noktada , bence en iyi mutluluk Allah`ın huzurunda bulunmaktır. Bu öyle bir mutluluktur ki siz farketmezsiniz ancak ruhunuz içten içe havalara uçar. Bu en iyi mutluluktur çünkü biz sadece bedenimizle değil, ruhumuzla da bir insansız değil mi? Kendimizi mutlu edelim derken ruhumuzu neden atlıyoruz? Zengin insanların bazıları belki de bu yüzden mutsuzdur ha?