28 Eylül 2014 Pazar

KİMİM BEN?

Kendini sevmeli insan. "Kendini" diyorum bakın. İnsanın kendini sevmesi için kim olduğunu bilmesi gerekir önce. Siz kendinizi biliyor musunuz? Nasıl biri olduğunuzu, kim olduğunuzu? Kendini bilmek bana hem çok zor hem de çok kolay gibi görünen bir şey. "İnsanın kendini tanıması ne kadar zor olabilir ki?" diyebilirsiniz. O kadar da kolay değil. İnsanın kendini bilmesini kolaylaştıracak en önemli şey insanın "kendi" olmasıdır. Yani insan içindekileri dışına yansıtabiliyorsa bu çok iyi bir şeydir. Olduğunuz gibi görünmek hiç bir zaman sizi korkutmasın. Diğer insanların düşünecekleri, söyleyecekleri şeyler sizi ilgilendirmez. Çünkü onlar "diğer" insanlar. Siz kendiniz için yaşıyorsunuz. Onlar için değil! İnsanların sizi farklı görmesi, hakkınızdaki kötü düşünceleri sizi öyle biri yapmaz. Siz kendinizi biliyorsanız, başka bir önemi yok. Dediğim gibi, kendiniz için yaşayın. Diğer insanlar için kendinizi değiştirmeye çalışmayın. Çünkü olduğunuz halinizi değiştirerek insanlara görünmeniz, hem kendinizi hem de insanları kandırmak olur. Kim kendini kandırmak ister ki? Kendinizi tanıyın, ve kendinizi olduğunuz halinizle sevin. Başkaları için yanlış olduğunu bildiğiniz ama insanların güzel gördüğü şeyleri yapmayın.

İnsanın kendini tanıması konusu çok geniş çaplı bir konu aslında. Yunus Emre `nin bir sözü vardır bilirsiniz: "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir...". İnsanın kendini bilmesi ilimdir demek ki. Bir yönden de insanın kendini bilmesi, tanıması demek bu dünyadaki amacını bilmesi demektir. Yaratılış gayesi nedir insanın mesela? İnsanlar başıboş bir şekilde eğlenmek, yiyip içmek için mi yaratılmış? Elbette hayır. Kainatta her şeyin olduğu gibi insanın da görevleri vardır. Bu kadar nimet şükürsüz bırakılmamalıdır. Görevlerinin bilincinde olup, asıl hayatı için hazırlık yapmalıdır insan. Kendini tanımak oldukça önemlidir bu noktada. Kendini tanıyan insan, yaratıcısını da tanır. Bir fabrika gibi çalışan vücudumuza bakın. Bizim hiç bir şeyden haberimiz yokken içimizdeki organlar deli gibi çalışıyor. Hatta şöyle demeliyim: çalıştırılıyor. Biz kendimiz çalıştırmıyoruz, akılsız bir organın da kendi kendine çalışacak hali yok. Öyleyse elbette bütün bunları kontrol eden, çalıştıran biri var. Kulağımız, burnumuz, dilimiz... Hepsi etten. Ama hepsinin görevleri farklı. Burnumuza "Haydi, kokuları almak senin görevin." diyen biz miydik? Evet dostlarım, konu uzadıkça uzuyor, sonsuza uzanıyor. Kendimizi tanımamız gerek. Olduğumuz halimizi sevmemiz ve diğer insanların görüşlerini umursamamız gerek. Sonsuz bir hayatımızın olduğunu ve buna hazırlık yapmamız gerektiğini unutmamamız gerek. Kendimizi unutmamamız gerek. Çünkü kendimizi unutursak Rabbimizi de unuturuz, gaflet içinde kalırız. 
27 Eylül 2014 Cumartesi

SPOR










Günümüzde insanlar öyle bir hale gelmiş ki adam koltuktan kalkıp kumandayı almaya bile üşeniyor. Ben de öyleyim. Günümüzdeki insanların çoğu böyle. Peki bu hareketsizlik sorununa bir çözüm yok mu? Var tabii. Her sorunun bir çözümü vardır. Eğer siz gün boyunca bir yerlerde oturuyorsanız, sürekli televizyon seyrediyorsanız, gününüzü bilgisayar başında geçiriyorsanız hareketsiz kalıyorsunuz demektir ki bunun iyi bir şey olmadığını siz de biliyorsunuz. Bu hareketsiz kaldığınız zamanları telafi edebilmek için spor yapmak çok faydalı olabilir. Hem vücudunuz için hem de ruhunuz için faydalıdır spor. Spor yapmanın birçok faydası da vardır ayrıca. Stresi azaltır, kemik erimesi riskini düşürür, kas kaybını engeller, sindirimi kolaylaştırır, kanser ve kalp hastalıkları riskini azaltır. Hatta Amerika Alzheimer Birliği’ne göre fiziksel aktivite zihinsel bozuklukların önüne geçiyormuş. Spor dediğimiz şey çok çeşitli aslında. Yüzme, koşma, futbol, basketbol, voleybol, plates... O kadar çok spor var ki. Size uygun olan birini düzenli olarak yaptığınızda faydası olacaktır. Gördüğünüz gibi spor yapmanın faydaları gerçekten çok. Sağlıklı kalmak için de önemli. Yani bu yazının özet cümlesi "Spor yapın sağlıklı kalın!" olurdu herhalde.
20 Eylül 2014 Cumartesi

HAYATINIZIN KAPTANI SİZ OLUN


                                      
İnsanlar sürekli çevrelerinde yeni şeyler görürler. Bazen de bunlara sahip olmak isterler. Kendilerinde olmayan şeyleri kıskanırlar. Tabi bunu genel olarak söylüyorum. Oysa insan kendisi için yaşamalıdır sadece. Diğer insanların ne yaptığı, ne giydiği, nasıl davrandığı ilgilendirmemelidir insanı. Diyorum ya işte, kendisi karar vermelidir insan bütün bunlara. Ne yediğine, ne içtiğine, nasıl giyinmesi gerektiğine, davranışlarına... Başkalarından kopya çekmemeliyiz. Kendi hayatımıza kendimiz yön vermeliyiz. Düşünün mesela. Gemide sadece bir kaptan vardır ve gemiyi yöneten odur. Eğer kaptan bir hata yapsa gemi batar yada batabilir. Siz de hayatınızda büyük hatalar yapmamak için, yanlışlara düşmemek için kendi hayatınızı kendiniz yönetmelisiniz. Hayatınıza yön veren kişi başkaları değil siz olun. Kendi hayatınızı kendiniz yaşayın. İnsanların sizi yargılamasından korkmayın. Hatta kendinizle gurur duyun, kendi hayatınıza sahip olabildiğiniz için. Bu yazıyı okuyan ve ailesiyle yaşayan arkadaşlar kendi hayatını kendi yönetme tarzını yanlış anlayıp özgürlük arayışlarına girebilirler ki bu arkadaşların konuyu yanlış anladıklarını itiraf etmek zorundayım. Herkes kendi hayatına kendi yön vermelidir. Ne konuda olursa olsun. Tabii ki başkalarından yardım alabilirsiniz ancak ipleri onların ellerine veremezsiniz. Kendi hayatını kendin yaşamak demek, her şeye kendinin karar vermesi gerektiği demek değil, sadece kaptanlıktan çıkmadan, tayflarından yardım almaktır. Benden bugün bu kadar. Hoşça kalın...
18 Eylül 2014 Perşembe

HER GÜN ÇALIŞAN KAZANIR

                                        
Okullar başladı malum. Yazmak bu günlerde daha bi zor. Okul dediğimiz şey, çoğu öğrencinin korkulu bir rüyasıdır. "Ben okulu çok seviyorum." demeyeceğim şimdi. Dersleri ben de sevmiyorum. Eğer sen de öğrenciysen ve sen de dersleri sevmiyorsan bu yazdıklarımı okumalısın. "Dersleri sevmeye çalış." dersem çok klasik olacak biliyorum. Demeyeceğim de zaten. Bazı dersleri sevmesen bile çalış. Çalışma dediğim şey herkese göre değişir tabi. Biri günde yüz soru çözebilirken, diğeri on soru çözmekte bile zorlanabilir. Bu nedenle, sen ne kadar soru çözebiliyorsan o kadar çöz. Günde sadece beş soru mu çözebiliyorsun? Tamam, çöz ama "her gün". Püf noktası da burada zaten. Boşuna söylememişler değil mi "Taşı delen suyun gücü değil, sürekliliğidir." diye. Önemli olan çalışmayı sürekli yapmak. Demek istediğim asıl şeylerden biri de çok çalışmak başarıyı getirmez, sürekli ve düzenli çalışmakla başarıyı elde edersin. Ne kadar çalışabilirsen o kadar çalış, ama her gün çalış. Evet, bugün benden bu kadar. Sonra görüşmek üzere...
15 Eylül 2014 Pazartesi

PAYLAŞMAK



Hayatımız boyunca durmadan bir şeyleri paylaşırız. Öğrendiklerimizi, daha önceden bildiklerimizi, eşyalarımızı, yemeğimizi, evimizi, sevgimizi, üzüntülerimizi, sevinçlerimizi… Hayat paylaşmanın üzerine kurulu gibidir sanki. Paylaştıkça çoğalır her şey. Arkadaşlarımızla, ailemizle, tanıdıklarımızla hatta bazen tanımadıklarımızla bile paylaşırız bir şeyleri. Çok güzel bir his yeşertir insanın içinde. Şöyle ki, kardeşimle ilk başta paylaşmak istemediğim bir çikolatayı, daha sonra onunla paylaşırsam o çikolatanın tadı daha bir lezzetli olur sanki. Veya bildiğin bir bilgiyi, yardıma ihtiyacı olan biriyle paylaşınca gurur duyarsın kendinle, mutlu olursun. Öyle bir şey ki, yapmayınca üzülüyor insan. Paylaşmak ister istemez herkesin yaptığı bir şey bence. Her insan paylaşır, paylaşmalıdır da. “Paylaşılan bir sevinç iki kat olur, paylaşılan bir acı yarıya iner.” demiş Cicero. Ne de güzel demiş! Aynen de öyle değil mi? Acılarımızı azaltmak için dostlarımızla dertleşmez miyiz? Güzel bir haber alınca hemen tanıdıklarımıza da haber vermek istemiyor muyuz? Paylaşmak insanın doğasında var. İnsan paylaşmazsa mutlu olamaz. Kısacası, HAYAT PAYLAŞINCA GÜZEL.
14 Eylül 2014 Pazar

DÜŞÜNCENİN GÜCÜ

Bir işe ya da yapmak istediğimiz bir şeye başlarkenki düşüncemiz çok önemlidir. Ciddiyim, sandığınızdan çok daha önemli bir şey bu. Öncelikle bunu yapabileceğinize inanmalısınız. “Tamam, bir deneyeceğim ama bu işin olacağını sanmıyorum.” gibi düşüncelerle bu işe başlarsanız, sonuç sadece başarısızlık olur. Bu gibi olumsuz endişeleri düşünmek yerine, zafere ulaştığınızı düşünürseniz başarıya ulaşmanız kolaylaşır. Bir kitapta okumuştum. “Zekânızı yönlendiren düşünce, zekâ gücünüzün miktarından daha önemlidir.” Yani anlayacağınız “pozitif düşünmek” en iyisi. Pozitif düşünün ki, pozitif enerjiler etrafınızı sarsın. Belki bu ilk başta size önemsiz gelebilir ancak negatif veya pozitif düşünceler, gerçekten hayatımızı etkiliyor. Bunu aklınızdan çıkarmayın ve başarı yolunda buna dikkat edin. Yukarıdaki sözde de dediği gibi zekâ gücünüzden daha önemli olan şey zekânızı yönlendiren düşüncedir. Yapacağınız işten “Ben yapamam, zeki biri değilim.” diyerek vazgeçmeyin sakın. Zaferi hayal edin. Başarıya ulaştığınızı düşünün. Böylece yaptığınız işler size daha kolay gelecek, önünüze çıkan engelleri daha kolay bir şekilde atlatabileceksiniz. Sonunda ise başarının sizi beklediğini göreceksiniz.
13 Eylül 2014 Cumartesi

ACELE GİDEN ECELE GİDER

“Aceleyle iş yapan, kendi kendinin düşmanıdır.” der bir İtalyan sözü. Başarıyı yakalamak için acele etmek doğru değilmiş demek ki. Ya da bir işi yaparken acele etmek. Hayatımızda da çok karşılaşırız zaten. “Acele işe şeytan karışır.” derler ya hep. Yetişmemiz gereken bir yer varken, evden çıkacağımız zaman aceleyle bir bardak su içmek isteriz ve dolaptan çıkardığımız bardak düşüp kırılıverir. Veya evden sağ salim çıkarız ancak bu sefer de bir şey unutmuş oluruz. Hatta bazen aceleden gözümüzün üzerindeki gözlüğü, elimizdeki telefonu fark etmeyiz ve delice etrafta onları arar dururuz. Böyle örnekler oldukça fazla. Tabii evden her aceleyle çıkışımızda başımıza bir şey gelecek demiyorum. Neyse. Acele etmek yada etmemek bazen bizim elimizde olmaz aslında. Yapacağımız bir işin son anda aklımıza gelmesi gibi. İşte, acele etmek zorunda kalmamak için bir planımızın olması çok önemli. Planımız yoksa, gün içinde neyi yaptığımızı, neyi yapmadığımızı bilemeyiz. Tabi bir planımız olsa bile bazen unutabiliyoruz yapacağımız şeyleri. E insanlık hali canım. Unutabiliriz tabii. Ama biz yinede kendi kendimizin düşmanı olmamak için aceleyle iş yapmaktan kaçınalım.
12 Eylül 2014 Cuma

KOŞUN, TA Kİ HEDEFE ULAŞANA KADAR

Yeniden başladık koşmaya. Koşuyoruz, koşuyoruz, koşuyoruz… Önümüzde dümdüz bir yol var. Ama, o da ne? Ayağımız takıldı bir taşa. Sendeledik, ama düşmedik. Hızlanıp koşmaya devam ettik. Şimdi yolun göründüğü kadar düz ve engebesiz olmadığını biliyoruz. Derken yine ayağımız takılıyor, bu sefer daha büyük bir taşa. Düşmemek için yalpalıyoruz ancak bir işe yaramıyor maalesef. Her tarafımız toz toprak içinde kaldı şimdi. Yılmıyoruz yine de. Ayağa kalkıp koşmaya başlıyoruz yeniden. Hızlanıyoruz gittikçe. Bu sefer de ayakkabılarımızın bağcıkları bela oluyor başımıza. Ayaklarımız birbirine giriyor. Ne ara çözüldüklerini hatırlamıyoruz bile. Hızlıca bağcık işini halledip yola koyuluyoruz tekrardan. Hedefe çok yaklaştık. Yüzümüzde bir tebessüm oluşmaya başlamışken önümüze bir dere çıkıyor, çok geniş bir dere. “Buraya kadarmış.” demekten alıkoyamıyoruz kendimizi. Dizlerimizin üstüne çökerek umutsuzca bakınıyoruz. Ama birden, içimizdeki “Başaramazsın, artık pes et.” seslerinin arasından ufacık bir fısıltı duyuyoruz: “Yola devam et, her zaman bir umut vardır.” O fısıltı içimizdeki kediyi bir aslana çeviriveriyor adeta. Ayağa fırlayıp dere boyunca koşmaya başlıyoruz. Baya bir yol koştuktan sonra yoruluyoruz. Yine tam içimizdeki “Yapamazsın!” sesi bizi ele geçirecekken bir köprü görüş alanımıza giriyor. Öyle mutlu oluyoruz ki, delice bağırmaya başlıyoruz. Köprüden geçip koşmaya devam ediyoruz. Ta ki hedefe ulaşana kadar.

 Bazen, hatta çoğu zaman bir şey yapmaya çalıştığımızda hayat önümüze birçok engel çıkarır. Yukarıdaki yazıda taşların olduğu gibi. Bazen kendi hatalarımız yüzünden tökezleriz. Bağcıkların çözülmesi gibi. (Ki onları gerçekten sağlam bir şekilde bağlasaydık çözülmelerine imkan kalmazdı.) Bazen de hedefe çok az bir mesafe kalmıştır ancak önümüze çıkan o son engel sabrımızı taşırır ve bizi pes etmeye zorlar. Tıpkı yukarıdaki dere gibi. Fakat biz ne olursa olsun bu zorluklara karşı gelmeliyiz. Hedefe ulaştığımızı hayal ederek, yılmadan koşmaya devam etmeliyiz. Çünkü vazgeçmemek yapabilmenin  yüzde 95’idir. Engel ne kadar büyük olursa olsun, mutlaka bir çözüm yolu vardır. İşte bu yüzden istediğiniz hedefe ulaşmak sizin elinizde. HAYDİ, KOŞMAYA BAŞLAYIN. DÜŞERSENİZ, SABRINIZ TAŞARSA, VAZGEÇMEK İSTERSENİZ İÇİNİZDEKİ FISILTIYI DUYUN VE KOŞUN. TA Kİ HEDEFE ULAŞANA KADAR.             
11 Eylül 2014 Perşembe

EYVAH UNUTTUM!

Unutkanlık, insanlarda çokça karşılaştığımız bir durumdur, hatta sorun da diyebiliriz. Buna sebep olan genellikle stres ve zihinsel yorgunluk gibi şeylerdir. Gündelik yaşamda birçok şeyi unuturuz. Eşyaları koyduğumuz yeri, söz verdiğimiz ve yapacak olduğumuz işleri, alışverişe çıktığımızda alacağımız şeyleri... Bu gibi şeyler, yaptığımız işlerde verimin düşmesine neden olabilir. Geçenlerde bir dergide görmüştüm. Phillip Holt diye bir adam -ki aslında adam demek doğru olmaz sanırım, ünlü beyin dilini programlama uzmanıymış kendisi- beynin bir şeyi 3 kere öğrenmesi gerektiğini söylemiş. Yani eğer bu şey 3 kez tekrar edilirse hatırlanırmış. Phillip Holt ayrıca etkili hafıza kullanımı için nesnelerin hayal edilip onu resme dönüştürmenin gerektiğini söylemiş. Bu, görsel hafızaya sahip olanlar için pek te zor bir şey olmasa gerek. Her neyse. Bu arada rahatlama tekniklerini bilmek stresi azaltıp öğrenme ve hatırlamayı kolaylaştırıyormuş. Phillip Holt, her bireyin beyin kapasitesinin aynı olduğunu, farklılığın beyni kullanma şeklinden kaynaklandığını belirtmiş. Bundan başka olarak, unutkanlığı önleyen bazı besinler varmış. Genellikle orman meyveleri ve omega3 içeren besinlermiş bunlar. Örneğin balık gibi. Neyse dostlarım, benden bu kadar. Gerisini sizin araştırmalarınıza bırakarak hoşça kalın diyorum.
10 Eylül 2014 Çarşamba

HER İNSAN FARKLI BİRER DÜNYA

Her insanın farklı bir dünya olduğunu fark ettiniz mi hiç? Yaşadıkları olaylarla, duygularıyla, hayalleriyle, hüzünleriyle, sevinçleriyle, anılarıyla ve sayamayacağımız daha birçok şeyle birbirlerinden farklıdır insanlar. Fiziksel özelliklere bakın mesela; milyonlarca farklı yüz! Oysa hepsinde aynı organlar var, organların yerleri de aynı. Her insanın burnu gözleri ve ağzı arasında, her insanın kulakları başının iki yanında... Allah'ın sonsuz ilmine hayret etmek bile az kalıyor. İnsanlardaki farklılıklar sadece fiziksel değil elbette. Fiziksellikten daha da önemli olan manevi dünyalarımız var. Tam anlamıyla uçsuz bucaksız bir dünya. Her insanın kendine ait hayalleri, olaylara farklı bakış açısı, aklını kullanma yöntemi, duyguları, hisleri ve daha aklıma gelmeyen birçok şeyi var. Bu öylesine farklı bir şey ki... Yani, baksanıza yüce Rabbimizin ilmine! Her insan farklı birer dünya. Her insanın değişik hayalleri, duyguları... Aslına bakarsanız şuan bunları kelimelerle anlatamıyorum. Siz de düşünürseniz anlayacaksınız, "Her insan farklı birer dünya." cümlesini. Yani o kadar geniş bir çaplı cümle ki, anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor. Neyse dostlarım, lafı uzatmanın gereği yok. Konu geniş olmasına geniş ancak benim yazabileceklerim bu kadar. Görüşmek üzere...
9 Eylül 2014 Salı

BAŞKASININ GÜNAHINA AĞLAYAN ADAM'I DUYDUNUZ MU?

Uyanalım diye uyanık olan, ebediyen gülelim diye ağlayan adamı tanıyor musunuz? Kendi günahına ağlayamayanların günahına bile ağlayan adamı biliyor musunuz?

Bediüzzaman Said Nursi hayatı boyunca insanları iman yoluna çağıran, en kötü insanlara bile merhametle bakabilen, hayatının çoğu yaşadığı dönemde İslam'ı çökertmeye çalışanlar yüzünden hapislerde geçen, günümüzde okunan Risale-i Nur'ların müellifi olan bir insandır. Evet, o da bizim gibi insandı. Ancak onda öyle cevherler vardı ki... Düşünsenize; "Bu milletin imanını selamette görürsem cehennem alevleri içinde yanmaya razıyım." diyebiliyor!
Öyle biri ki; paradan, makamdan, şanda, şöhretten hep kaçtı. Hediyeleri bile kabul etmezdi. Dünyavi maksatlar için yanına gelenleri kabul etmedi.
Talebeleri vardı. İşçi, ayakkabıcı, bakkal, berber, memur... Hatta katil ve hırsızlar! Çünkü onda öyle bir şefkat vardı ki, onun olduğu bir hapishane adeta bir medrese haline geliyordu. En sevgisiz, en taş kalpli adamlar bile onun şefkatiyle yumuşuyor, iman ediyorlardı. Ayrıca sadece insanlara karşı değil, hayvanlara karşı da çok şefkatliydi.
Eserlerini yazarken çok zorlandı. Onu engellemeye çalışanlar oldu.Hapisteyken zehirlenmeye ve öldürülmeye çalışıldı. Ama o, Allah'ın da yardımıyla ısrarla iman davasını devam ettirdi, eserlerini yazdı. İmkan kısıtlılığından dolayı kibrit kutularına yazması gerekti, yine yazdı. Çünkü insanları kurtarmalıydı, kurtarmak istiyordu.
İman öyle bir şey ki arkadaşlar, onun da deyişiyle: "İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir." İşte bu yüzden, böylesine önemli bir dava için: "Bir Said değil, bin Said feda olsun!" dedi. 
Dünya şeylerine hiç önem vermezdi. Çok az yerdi. Düşünün bir, biz bir günde bile çeşit çeşit yemekler yerken bir ekmek ona bir hafta yetiyordu. Bir elbisesini yıllarca giyerdi.
İnsanlar onun eserlerini okuyup yola geliyorlar. O, eserlerindeki bu muhteşem tesirin kendinden kaynaklanmadığını söyler, Kur'an ve ihlasa bağlardı.
Kelimeler bu büyük Üstad'ı anlatmaya yetmiyor arkadaşlar. Onu anlatmak için değil bir sayfa, cilt cilt kitaplar lazımdır. Ancak ben burda son noktayı koyuyorum. Hoşça kalın!
8 Eylül 2014 Pazartesi

BİRİ ÖN YARGI MI DEDİ?

Zamanla tanırız insanları. Zaman her şeyin ilacıdır derler ya. Hah aynen öyle işte. Zaman geçtikçe her şey yerli yerine oturur. İlk gördüğümüz, sadece adını bildiğimiz insanların nasıl biri olduklarını bilemeyiz. Neleri sevdiğini, nasıl yaşadığını, amacının ne olduğunu. Onlar hakkında düşündüklerimiz ön yargı olur, bazen iyi bazen kötü. Oysa bir düşünsenize, hiç tanımadığımız insanların dış görünüşüne bakarak onları yargılamak nasıl da kötü bir şey! Bu yüzden “ön yargı” gerçekten çok yanlış bir davranış.  Bir söz görmüştüm: “Hepimiz önyargıyı kötüleriz, ama hala önyargılıyız.” diye. Maalesef bizim durumumuzu çok iyi anlatıyor. Yanlış bir davranış olduğunu çoğumuz biliyoruz ancak birçok kez istemeden ya da isteyerek ön yargılı davranabiliyoruz. Bunun kendimize yapılmasını istemeyiz değil mi? O halde kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına da yapmamalıyız. Bunu herkes bilir. Asıl zor olan uygulamaktır. Ayrıca söylemekte fayda var: bilip de uygulamadığımız bilgiler ileride bizim başımızı yakabilir, canımızı acıtabilir.

Son olarak herkesin sadece kendi olması gerektiğini ve bir başkasının kötü yönlerini eleştireceğine kendine bakıp ön eleştiri yapması gerektiğini söylüyorum. Biliyorum, bunu yapmak gerçekten çok zor. Enistein’in bir sözü vardı: “Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.”. Fakat ne kadar zor olursa olsun bunu başarmak için çabalamalıyız. “Her şeyde de çabalamak gerekiyor yahu!” diyeceksiniz, eee napalım bedava peynir sadece fare kapanında!
7 Eylül 2014 Pazar

YÜZMENİN FAYDALARI

Malum yaz aylarındayız. Herkes denize koşuyor. Bende yüzmenin faydalarını az biraz anlatmak istedim. Araştırdığımda, ben de birçok şey öğrendim.


Yüzme, özellikle kalp ve dolaşım sitemine olumlu etkileri baya fazlaymış. Düzenli yüzen insanlarda kalp krizi geçirme olasılığı düşmekteymiş. Ayrıca bu kişilerde, kalp ve beyin damarlarını tıkayan bazı maddelerin azalmasına yardım ediyormuş. Bir başka faydası, çoğumuzun da bildiği bir şey; kasları güçlendirmesi. Hatta doktorlar, eklemlerinde rahatsızlık olan insanlara yüzme sporunu tavsiye ediyormuş çünkü eklemler yüzmede diğer sporlara göre daha az zorlanıyormuş. Bundan dolayı yaralanma veya sakatlanma riski diğer egzersizlere göre %90 daha azmış. Oldukça önemli bir rakam değil mi? Ayrıca yüzme, her bireyin yapabileceği harika bir egzersiz. Kilonuz, boyunuz, yaşınız ne olursa olsun, öğrendiğiniz zaman istediğiniz gibi sakatlanma veya yaralanma riski olmadan yüzebilirsiniz. Ayrıca sigara ve alkol alışkanlıklarının azalmasında etkili olmakla beraber aşırı şişmanlığı da engelliyormuş. Hamilelerin düşük yapma, erken yada geç doğurma gibi olasılıklarını da oldukça azaltıyormuş. En önemli faydalarından biri de insanın sinir sistemine ve insan psikolojisine iyi gelmesi. Siz de bilirsiniz, insan suya girince rahatlar, bütün sorunlarını bir süreliğine de olsa unutur.
Ancak burada önemli olan "yüzme" egzersizini düzenli olarak yapmaktır. Baştaki cümlede söyledim: herkes denize koşuyor diye. Ancak yaz aylarında denizde yüzmenin "spor" olmayacağını biliyorsunuzdur heralde. :D Ama ben yinede suya girmenin faydaları olacağını düşünüyorum. Hatta suyun verdiği rahatlık, stresleri ve gerilimleri berraklığıyla alıp götürmesi bile yeter bence. Evet, benden bu kadar sevgili arkadaşlar. Hepinizin iyi bir tatil geçirdiğini umaraktan görüşmek üzere diyorum!
6 Eylül 2014 Cumartesi

ÇIRPINIŞ

Zaman durmadan akıyor. İnsanlar zaman geçtikçe çırpınıyor. Bazıları hayatlarını geliştirirken, bazıları hepten batağa düşüyor. Bazıları ise hiçbir ilerleme kaydetmeden olduğu yerde duruyor. Bütün bu çabalar ne için? Tüm bu koşuşturmalar bir gün yok olacak olan dünya için mi? Evet, ne yazık ki çoğumuz dünya için çırpınıyoruz. Çırpınmamız, çabalamamız gereken çok ama çok daha önemli şeyler varken, "üç günlük" bile diyemeyeceğimiz hayatın peşinden koşmamız da neyin nesi? Üç günlük bile diyemiyoruz hayatımıza çünkü bir dakika sonra bile yaşayacağımızın garantisi yok. E madem garantimiz yok, neden bu kadar çok dünyanın peşindeyiz? Sen, ben, o, biz... Herkes! Sonsuz bir hayat varken, ne zaman biteceği belli olmayan bir hayata yatırım yapılıyor. Ancak bu dünyaya yapılan yatırımların hepsi bu dünyada kalıyor. Bakın koskoca padişahlara, devlet adamlarına, varlıklılara... Yanlarında tek bir şey götürebilmişler mi? Kanuni Sultan Süleyman bile bir elinin tabutunun dışında bırakılmasını istemiş; insanlar koskoca padişahın bile elinin boş gittiğini görsünler diye! Madem bunları biliyoruz, uygulamalıyız da. Hayatımız sadece bu dünyadan ibaret değil. Bizim asıl hayatımız daha başlamadı. Toprağın altında çiçek açmayı bekleyen bir tohum gibiyiz. Az da olsa, asıl hayatımız için yatırım yapmalıyız. Az da olsa diyorum, çünkü "az", hiç yoktan iyidir.

5 Eylül 2014 Cuma

HAREKETE GEÇ!

Sürekli bir şeyler hayal eden, edebilen insanlar, insanlarımız; bazen hayal ettikleri şeylerin peşinden koşmazlar. Hatta bazen bu hayal ettikleri şeyleri arkadaşlarıyla, aileleriyle paylaşırlar ancak sadece “Şöyle böyle yapmayı düşünüyorum.” gibisinden cümlelerle. Eğer bir şey yapmayı düşünüyorsanız neden yapmayasınız ki? Aklınızda olan şeyi hayata geçirmeye çalıştığınızda kaybedecek neyiniz var? – tabi ki bu cümleler çılgın hayallere sahip insanlar için geçerli değil, dağdan motorla atlamak gibi bir hayal mesela- 
Örneğin bir kitap yazmak istiyorsanız, yazar olmayı hayal ediyorsanız en azından bunu yapmaya çalışmalısınız. Önceden hiç kitap yazmayı denemediyseniz yazıp yazamayacağınız bilemezsiniz ki! Deneyin ve görün. Şu sözde de dendiği gibi "Eğer yapmak istediğini ya da olmasını umduğunu düşünmeye devam edersen, onu yapmazsın ve gerçekleşmez." (Joe Dimaggio) Sadece düşünmek yetmiyor yani. İçinizde “Bunu sakın deneme! 
Tamamen zaman kaybı, sen asla böyle bir şey yapamazsın!” diye zırvalayan bir ses varsa, işte tam da o ses belki de sizin harekete geçmenizi engelleyen şey.O sesin bir engel olduğu kesin, ama siz bu engeli aşabilecek güçte olduğunuza inanın ve o sese kanmadan yolunuza devam edin.  Ya da bunu paylaştığınız bir arkadaşınız, tanıdığınız "Bunu yapamazsın." diyorsa ona aldırmayın. Kendi adıma konuşuyorum, sonuçta gün içinde yaptığımız birçok boş iş var. Zaten günün yirmi dört saatini tamı tamına dolu dolu geçirebilecek insan çok azdır. Her neyse, benim dediğim şudur ki; hayallerinizi, yapmak istediğiniz şeyleri gerçekleştirmekten korkmayın. Ancak onları gerçekleştiremezseniz bile hayal kırıklığına uğramak yerine, bir şeyleri gerçekleştirmeye çalıştığınız için kendinizle gurur duyun. Çünkü "Her zaman savaşlarınızı kazanamazsınız, ama savaştığınızı bilmek yine de iyidir."(Marjorie Holmes)
Olay bu, HAREKETE GEÇ!

Bu arada sakın unutmayın: "Binlerce kilometrelik bir yolculuk ilk adımın atılmasıyla başlar" (Lao Tzu)

4 Eylül 2014 Perşembe

HUYLU HUYUNDAN VAZGEÇER Mİ?

Huylu huyundan vazgeçmez bence sevgili okuyucularım. Yani insan yedisinde neyse yetmişinde de odur demek istiyorum. Ancak şöyle de bir şey var ki bizim huy diye adlandırdığımız bazı davranışlar aslında huy değil. Ancak biz onları huy diye bildiğimiz için, pat diye o davranış değişince “Aaa kız huyu değişti bunun!”, “Hayretler içindeyim, yok artık! Bide huylu huyundan vazgeçmez derlerdi!” gibi diyaloglar ortaya çıkıyor. Mesela eskiden kitap okumayan bir insanın şimdiki hayatında kitap okuması “huyunun değişmesinden” değildir. Adam davranışını değiştirmenin onun için daha iyi olacağına karar vermiş, davranışını değiştirmek için çabalamış, çalışmış ve amacına ulaşmış. Bu olayın özeti budur yani. Az kitap okumak, çok fazla televizyon izlemek, sürekli bilgisayar oyunu oynamak huy değildir ve tabi ki bunları biliyorsunuz.
Yazının tam burasında bakış açımı biraz değiştirerek huyun zor da olsa değişebileceğini söylemek istiyorum. İçe dönüklülüğü ele alalım mesela. Bu bir huydur diyebiliriz. Küçüklüğünden beri içe dönük olan bir insan, hayatında onu etkileyen bir olay yaşadığında ve ya bu huyunu gerçekten değiştirmeye çalıştığında gerçekten de değiştiğine şahit olabiliriz. Bazı örnekler de duydum. Adam önceden utangaç olduğu halde şimdi seminerler verdiğini söylüyor. Utangaç biri onca insanın karşısında konuşmak için biraz çabalamış olsa gerek değil mi?

Son olarak insanın zor da olsa gerçekten isterse ve çabalarsa huyundan vazgeçebileceğini savunuyorum. En başta ki cümle ile ters oldu galiba, evet. Ama son kararım budur. Ancak şöyle ki “Can çıkar, huy çıkmaz.” diye bir söz de var. Burdan da huyun değişmesinin gerçekten zor olduğunu herkes anlayabilir sanırım. Neyse, sonraki yazımda buluşmak üzere hoşça kalın!
3 Eylül 2014 Çarşamba

HİÇ KAFANIZIN İÇİNDE OTURAN BİR GORİL HİSSETTİNİZ Mİ?

Evet, kabul ediyorum başlık epey değişik oldu. Ama şuan cidden bu durumdayım. Başımın içinde bir goril oturmuş ve piknik yapıyor, kafamı salladıkça ya da aniden çevirince filan kükrüyor gibi geliyor. Pekâlâ, biraz abarttım. Kısacası kafam güzel bugün. Ya da şaşırtıcı derecede başım ağrıyor. Her neyse, madem başım ağrıyor, ben de “baş ağrısı” ile ilgili bir şeyler yazayım dedim. Eskiden çok değişik çözümler vardı baş ağrısı için. Hatta şimdi bile duyuyoruz babaannelerimizden, anneannelerimizden. Patates yuvarlak ince dilimler halinde kesilip, alınlarına gelecek şekilde bir bez parçasıyla bağlanırdı. Eskiden annemi o şekilde görmüşlüğüm bile var sanırım. Ancak günümüzde başı ağrıyan insanlar kısa yoldan bir hap atıp baş ağrısının geçmesini bekliyor. Kısa, kolay ve zahmetsiz bir yöntem, evet ama her başımız ağrıdığında hap atarsak bu sağlığımız için pek de iyi bir şey olmayacağa benziyor. Bunun dışında başınıza biraz masaj yapabilirsiniz. Hafif bir ovalama şeklinde değil de, biraz bastırarak yapmanız çok daha iyi olur. Genellikle şakak bölgesine yapılan masajlar daha etkili olur. Ayrıca enseye yapılan masajlar da baş ağrısına iyi geliyormuş.  Bunlardan başka bitkisel yöntemler de var. Naneli çay gibi bitkisel çaylar baş ağrısını dindirmede faydalı oluyormuş mesela.  Neyse sevgili okuyucularım, benden bu kadar. Malum başımın içinde bir goril var. Şimdi gidip bu yöntemlerden birini uygulayacağım. Hiç başınızın ağrımaması dileğiyle, hoşça kalın!
2 Eylül 2014 Salı

ANILAR



Anılar bizi biz yapan şeylerdir. İyi de olsa kötü de olsa anılarımızla yaşamayı öğrenmemiz gerekir. Onlara sahip çıkmamız gerekir. Çünkü anılar bizimle beraber yaşarlar. Evet, kötü anılarımız da olur elbette. Ancak bu kötü anılar bize hayatın her zaman tozpembe olmadığını hatırlatır. Pişmanlık duyduğumuz, üzüldüğümüz, kızdığımız, hayal kırıklığına uğradığımız kötü anılarımız bizlere ders vermek için beklerler içimizde. Aynı hataya tekrar düşmememizi sağlarlar. Tabi her üzücü olay hata değildir. Burası biraz karıştı. Toparlamaya çalışırsak, anılar bizim hayatımızdır. Anılar bizim geçmişimizdir. Geçmişimiz olmadan geleceğe adım atamayız. Hiç kimse mükemmel değildir. Herkesin geçmişinde ona yara açan ya da onu mutluluktan havaya uçuran anıları vardır. Önemli olan bunlarla yaşamayı öğrenmektir.
1 Eylül 2014 Pazartesi

ASLA PES ETME!

Birçok insan, o kadar yol kat ettiği halde daha fazla dayanamayıp pes ettiğinden başarıya ulaşamaz. Bu noktada “pes etmek” çok önemli bir dönüm noktasıdır. Ya pes edersiniz, ya da devam edersiniz. Özellikle bu, sabırsız insanlar için daha da dayanılmaz bir durumdur. Hevesle başladıkları bir işe başarısızlıkla sonuç verebilirler pes ettikleri zaman. Aslında yaptığımız bazı işlerde önemli olan fazla yapmak değil, “devamlı” yapmaktır. “Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.” misali. İşte tam da bu nedenden ötürü pes etmek,  hayal kırıklığı ve başarısızlık gibi birçok kötü şeyi beraberinde getirir. İnsan pes etmemeyi öğrenmeli bence. Ne olursa olsun, önüne hangi engel çıkarsa çıksın yoluna devam etmeli. Asla yılmamalı. Başarıya ulaşmak, sandığımız kadar kolay olamayabilir çünkü. Gerçekten başarıya ulaşmak isteyen insan, karşılaştığı zorluklara karşı göğüs germeli ve onları atlatıp yoluna devam etmelidir. İşte tüm mesele bu. Pes etmek veya etmemek.